Ceza Yaptırımına Dair Sömürgecilik Karşıtı Feminist Bir Eleştiri

Ceza Yaptırımına Dair Sömürgecilik Karşıtı Feminist Bir Eleştiri

Eylül 14, 2022 0

Görsel: Andrea Zambrano Rojas & Iván Zambrano. ‘Staroutkinsk (Rusya) ve Quito (Ekvador)’ 2021


Silvana Tapia Tapia[1]

A Decolonial Feminist Critique of Penality

Çeviri: Merve BİÇER

Çağdaş cezai genişleme, sadece neoliberal bir mirasa sahip değil, o hâlde ilerici siyasi söylemler yoluyla gelişen cezaları nasıl anlamlandıracağız? Bu yazıda sizlere, çağdaş cezai genişlemeyi inceleyebilmek için sömürgecilik karşıtı feminist bir bakış açısı ve Küresel Güney’de hapsetme adaleti çağrısı önerisinde bulunuyorum.

Ekvador’un en büyük üç “sosyal rehabilitasyon merkezi”nde, 23 Şubat 2021 tarihinde, yaklaşık 80 kişi vahşice öldürüldü.[2] Olaya dair video kesitleri grup sohbetlerinde ve sosyal medyada viral oldu ki bu videolar sakatlanmış, başı kesilmiş, uzuvları ayrılmış bedenleri gösteriyordu. Hapishane personeli, polisin çok geç harekete geçtiğini bildirdi. Aramalar sonucunda bıçaklar, palalar ve demir testereler ele geçirildi. Ertesi sabah, hapishane binalarının dışında 400’den fazla polis ajanı konuşlanmasına rağmen daha fazla kargaşa yaşandı. Bu korkunç olayların ortasında, sosyal ağlarda birçok insan, öldürülenlerin “nihayetinde” suçlu olduklarını vurgulayarak yaşananları haklı göstermeye çalıştı. Hatta bazı sosyal medya kullanıcıları mahkûmların insan haklarından bahsedenlerle alay etti.

Bu insanlıktan çıkaran anlatılar, resmi söylemler vasıtasıyla birçok açıdan körüklendi. Bu söylemler; katliamı, Aralık 2020’de bir çete liderinin öldürülmesinin sonucu olarak ortaya çıkan, uluslararası uyuşturucu çeteleri arasındaki bir çatışmaymış gibi tasvir ediyordu. Ekvador Devlet Başkanı Lenín Moreno Garcés, ayaklanmaların uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantılı olduğunu ve Manta’nın kıyı kentinde, 2009’da kapanana kadar faaliyet gösteren ABD askeri üssünü sınır dışı ettiği için, eski hükümetin katliamdan sorumlu olduğunu öne sürdü. Bu hâkim söylemler bir kez daha gösteriyor ki hapishane; toplumdan, caddelerden, evlerden, tüm halktan ve toplumsal yaşamdan soyutlanmış. Hükümeti eleştirenler ise kişilerarası olası şiddet uyarılarının, çatışmadan birkaç gün önce yetkililere ulaşmasına rağmen herhangi fark edilebilir önlem alınmamasını kınadılar.

Bazı güvenlik uzmanları hapishane sistemini güçlendirmeye yönelik şu an çağrıda bulunsa da aslında, Ekvador hapishanelerindeki yaygın şiddet; çete çatışmalarını da aşan faktörlere bağlı. Bu bizi, cezalandırma[3]konusundaki “sağduyumuza” ve önceki hükümetlerin; Batının insan hakları çerçeveleri de dâhil, hukuk ve adalet üzerinde temel liberal varsayımlara meydan okumadaki başarısızlığına kadar götürebilir. Cezai genişlemenin, sömürge işgalinde adalete ilişkin cezai olmayan görüşlerin kökleşmesine ve bu ilişkinin insan haklarına, hapsedilme konusundaki sağduyuya meydan okuyabilmesi için sömürgecilik karşıtı feminist bir epistemik kırılmanın gerçeklemesi gerekir.

Cezai Genişleme

Son yıllarda, Ekvador’un hapishane nüfusu dört katına çıktı. Gözaltı merkezleri 38 bin civarında tutukluyu barındırıyor ve bu, kapasiteyi yaklaşık %35 oranında aşıyor. Ulusal Polis Ajansı’na göre, hapishanede 2018’de 15 vahşice ölüm gerçekleşti; 2019’da bu sayı 32’ye ve 2020’de 51’e yükseldi. Üstelik devletin güvenlik teşkilatında çalışan muhbirler bana bunun muhtemelen eksiltilmiş rakamlar olduğunu söylediler. Ayrıca hapishane nüfusunun yaklaşık %40’ının “önleyici gözaltı rejimi” altında, yani hüküm giymemişlerden oluştuğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte “popülist cezalandırma”, yani politikacıların vatandaşların güvenlik taleplerini karşılamak için daha sert hapis cezası çağrısı, toplumsal huzursuzluk karşısında yetkililerin olağan tepkisi olmaya devam ediyor.

Okurların çoğunun bileceği gibi, eleştirel akademisyenlerin büyük bir kısmı cezai genişleme ve artan hapsedilme oranlarını refah devletinin çöküşüne bağladı. Temelde Ekvador’daki kriz, gerçekten de Lenin Moreno’nun hükümeti (2017-2021) tarafından uygulanan kemer sıkma önlemlerine bağlandı ki sosyal kalkınma, çalışma ve insan hakları bakanlıklarının -özellikle Adalet ve İnsan Hakları Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı- tasfiye edilmesi ve yerini küçük sekreterliklerin alması bu kemer sıkma önlemlerinin arasında yer alıyor. Sosyal entegrasyon için programlar tasarlayan SNAI (Özgürlüğünden Mahrum Edilmiş Yetişkinlerin ve Ergen Suçluların Kapsamlı İncelenmesine Yönelik Ulusal Hizmet)[4], sosyal hizmet uzmanı ve hapishane danışmanlarının sayısı ise oldukça yetersiz olduğu halde, 2020 yılında bütçesini %43 oranında azalttı. Üstelik yasal olarak Ekvador hapishane sistemi, devlet tarafından yönetilip finanse edilse de uygulamada, mahkûmların aileleri açığı kapatmak için aylık “katkı sağlamak” yoluyla mahkûmların geçimlerini ve güvencelerini büyük ölçüde sağlıyor.

Mevcut hükümetin aksine Yurttaş Devrimi olarak bilinen önceki rejim, birçok kişi tarafından neoliberalizm karşıtı ve 21. yüzyıl sosyalizminin bir örneği olarak görülüyordu. Bu dönemde Ekvador’da yoksulluğun azaldığı çoğunlukla kabul edilmiştir. Neoliberal politika ile cezai genişleme arasındaki mevcut analitik bağlantılar göz önüne alındığında, Ekvador’un neoliberalizm sonrası döneminde cezalandırmanın daralması beklenebilirdi. Yine de, Correa hükümeti birçok yönden ataerkil cezalandırmayı güçlendirdi; mesela kovuşturulabilir suçların sayısını katlanarak artıran Ceza Yasası reformlarıyla. Ayrıca, Correa’nın liderliği sırasında ve sonrasında hapsedilme oranları çarpıcı biçimde arttı. Yurttaş Devrimi, büyük gözaltı merkezleri tasarladı, inşa etti ve (toplumdaki) güvensizliğin sebebinin büyük ölçüde hâkimlerin hoşgörülü davranmasının ve önleyici gözaltında bulunanların serbest bırakılmasının sonucu olduğuna dair bir rivayet yaydı. “Postneoliberal cezai genişleme” olarak adlandırdığım paradoks Ekvador’a özgü değil; aslında Latin Amerika üzerinde çalışan akademisyenler, sol eğilimli hükümetler döneminde hapsetmeye dair genişlemenin bir noktada “pembe dalga” olarak adlandırıldığını ortaya çıkardılar.

Gördüğümüz gibi, bugünün hapishane krizinin patlamadan önce uzun bir süre eli kulağındaydı ve buna ekonominin yeniden tahsisine öncelik verilmesiyle bilinen bir rejim tarafından uygulanan güvenlik önlemleri de dâhil. Başka bir deyişle, ceza, bir sosyal tahsis programına rağmen (ya da belki aracılığıyla) başarılı oldu. Bu nedenle, geç kapitalist ekonomik politikaların cezai genişlemeyi kolaylaştırmada çok önemli bir rol oynadığını kabul ederken, siyasi yelpazede cezaya neden nadiren meydan okunduğunu sormak da elzemdir. Hapishaneye dair sağduyu neden uzay, zaman ve siyasi değişimlere hükmediyor? Bu soru hakkında düşünmenin bir yolu, cezayı epistemik sömürgeciliğin bir etkisi olarak ele almaktır. Dolayısıyla cezanın sömürgecilik karşıtı feminist eleştirisi için; bazı insan gruplarının ikincil konuma itilmesinin etkisinin ve bu grupların cinsiyet, ırk ve sınıfa dayalı bilgisinin cezai genişlemeyi kökünden çerçevelememizi sağlayacağını savunuyorum. Sömürgecilik karşıtı feminist bakış açıları önemlidir ama sadece cezalandırma ve güvenlikleştirme konusundaki tartışmayı daha fazla cinsiyetlendirmek gerektiği için değil, aynı zamanda hegemonik erkeklikler ve toplumsal şiddet arasındaki ilişki gibi, suç kültürleri ve kimlikleriyle ilgili olarak yeterince keşfedilmemiş diğer alanları da dikkate almamız gerektiği için de önemlidir. Sömürgecilik karşıtı feminizm ayrıca ceza sistemi içinde kadınların, biyolojik cinsiyete uygun ve beyaz olmayan bireylerin istismara uğramaları sebebiyle artan hassasiyetleri konusunda anlayışımızı genişletebilir.  

Epistemik Sömürgecilik

Anibal Quijano, sömürgeciliği her şeyden önce epistemik bir fenomen olarak tanımlar; Gayatri Spivak, ikincil bilgilerin nasıl susturulduğunu anlatmak için “epistemik şiddet”ten bahseder. Maria Lugones aynı şekilde, bugün düzenlendiği şekliyle toplumsal cinsiyetin sömürgeleştirme yoluyla epistemik ve toplumsal bir kategori olarak tanıtıldığını kabul etmeden sömürgeciliğin anlaşılamayacağını savunuyor. Dahası çağdaş feminist teorisyenler, feminist anti-şiddet çalışmalarının epistemik işlevinin, kitlesel tutuklamaların oluşmasına katkı sunacağını öne sürmüşlerdir. Gerçekten de hukuk, liberal yasallık paradigmalarına uymayanları hukuk alanından dışlayarak, Batılı ontolojileri ve epistemolojileri ayrıcalıklı kılan bir hakikat iddiasında bulunur. Buna karşılık liberal hukuk söylemi, hukuku sosyal eşitsizliği üreten bir araç olarak göstermez; bunun yerine liberalizm hukuku, sosyal çatışmayı çözen tarafsız bir hakem olarak tasvir eder.

Aynı zamanda, Batılı (ve Batılılaşmış) dünyadaki çoğu vatandaşın hapis cezasını adaletin gerçekleşmesinden ayrılamaz ve suça karşı adil ve gerekli bir devlet tepkisi olarak gördüğü açıktır. Cezalandırmanın rehabilite edebileceğine dair ikna edici ampirik kanıtlar olmamasına rağmen cezalar, etkisiz hale getiriyor ya da caydırıyor. Toplumsal tabiiyetin ortak üreticisi olarak hukuku sorgulamakta başarısız olan liberal hukuk söylemi, ceza aracının kendisinin sorgulanmadan bırakılmasına katkıda bulunur veya en iyi ihtimalle onu, yasal hükümlerin reformu veya bunların uygulanmasının geliştirilmesi yoluyla en uygun seviyeye getirmeye açık olarak tasvir eder. 

Bununla birlikte eleştirel akademisyenler, insan hakları araçlarının giderek daha fazla teşvikte bulunduğunu ve hatta devletleri insan hakları ihlallerine yanıt olarak ceza yaptırımını kullanmaya zorladığını göstermiştir. Bu perspektiflerden yararlanarak, insan haklarına dayalı cezai çerçevelerin Ekvador’daki neoliberal ve post-neoliberal dönemlerde nasıl zarar görmeden yayıldığını başka bir yerde gösterdim. Bunun, diğer faktörlerin yanı sıra vatandaşın ceza hukukunun sembolik gücüne yaptığı yatırımdan ve en önemlisi, yasa koyucuların ve politikacıların insan hakları ilkelerini siyasi (ve ekonomik olarak) tarafsız olarak görme eğiliminden kaynaklandığını savundum. Ekvador’da bu, 2008 “postneoliberal” Anayasası’nda insan haklarına dayalı bir ceza çerçevesinin yeniden üretilmesini sağladı. Bu Anayasa, “Neoliberal” olarak kabul edilen 1998 Anayasası’nın insan hakları temelli çerçevesinin bir tekrarı anlamına geliyordu. Ayrıca, kadına yönelik şiddete karşı çıkmak için feminist kampanya (VAW) örneğini kullanarak, Ekvador ve Latin Amerika’da ceza hukukuna başarılı bir şekilde dönülmesinin toplum hayatı, ev hayatı, cinsellik ve adalet üzerine Batılı olmayan bilgilerin epistemik sömürgeciliği içeren bir dizi kolonyal devamlılığın belirtisi olduğunu iddia ettim. Örneğin ailenin korunmasına ilişkin sömürgeci söylemlerin devam etmesi, kadına yönelik şiddete ilişkin hapis yasalarının çıkarılmasını kolaylaştırırken, kürtajın suç olmaktan çıkarılması gibi feminist taleplerin ilerlemesini de baltaladı.

Ceza adaletinin daha geniş alanında, liberal yasallık, yasal çoğulculuk, suçluluğun cinsiyetçi doğası, beyaz olmayan kadınların ceza sistemi içinde istismara uğramaya karşı savunmasızlığı ve yalnızca hapsedilenlerin değil, onları sevenlerin de çektiği acılar gibi karmaşıklıkları kabul etmeyen cezai politikalar üretmeye devam ediyor. Sömürgecilik karşıtı feminist bir mercek, cezaya sömürgeci ve ataerkil bir girişim olarak bakmamıza olanak sağlayarak, analiz kapsamımızı genişletecektir. Cezai genişlemeyi, en azından bazı yönlerden, neoliberalizme meydan okuyan siyasi programlarda ortaya çıktığında bile, eleştirel bir şekilde ele alabileceğiz.

Nada sobre nosotras sin nosotras  (Biz yoksak bizimle ilgili hiçbir şey yok)

Yukarıda bahsedildiği gibi, Heiner ve Tyson’a göre, hapis cezasının her yerde bulunması, bazı feminist anti-şiddet çalışmaları sömürgeleştiren epistemik işgalin bir örneğidir. Feminist eleştirel teorisyenler, hapsetme şiddetini hetero-ataerkil ve ırksallaştırılmış bir şiddet biçimi olarak nitelendirdiler: Ceza hukuku ve politikası, feminist bir etik ve özgürleşme siyaseti için belirli zorluklar sunar, çünkü ceza, özellikle imkânları kısıtlı kadınlara zararlı olan zorlama ve yaptırım biçimlerini kullanır.

Akademisyenler için sömürgecilik karşıtı bir feminist etiği benimsemek, araştırma tasarımı aşamasından itibaren, ceza aygıtından etkilenen bireyleri ve grupları içeren daha yatay araştırma metodolojilerine (katılımcı eylem araştırması gibi) dönüşebilir. Bu olasılıkları göz önünde bulundurarak ve feminist “nada sobre nosotras, sin nosotras” (“biz yoksak bizimle ilgili hiçbir şey yok”)[5] mottosunu gerçekleştirmeye çalışarak, bir geçici bir ittifak olan “Alianza contra las prisiones” (“hapishanelere karşı ittifak”) yakın zamanda Ekvador’da kuruldu ve suç ile hapis konusundaki baskın söyleme meydan okumak için çeşitli disiplinlerden vatandaşları, aktivistleri, araştırmacıları ve profesyonelleri bir araya getirdi.

Bir araya gelen kolektifler arasında mahkûmların esenliğini savunan kişi ve gruplardan oluşan Mujeres de Frente (Cephedeki Kadınlar) da var. Mujeres,  hapishanedeki yaşamın güvencesizliğini sürekli olarak kınamak için mahkûmların aile üyelerini, feminist araştırmacıları, tabandaki aktivistleri ve hapsedilmiş kişileri bir araya getiriyor. Hükümetin son isyanı bir tür çete savaşı olarak tasvir etmesinden çok uzak olan,  Mujeres de Frente üyeleri mahkûmların büyük bir bölümünün uyuşturucu mikro ticareti gibi şiddet içermeyen suçlardan hüküm giydiğine dikkat çekiyor. Üstelik birçoğu hapsedilinceye kadar herhangi bir çeteye bağlı değildi. Mujeres de Frente gibi kolektiflerin çok çalışması antikapitalist, sömürgecilik karşıtı ve feminist anti-şiddet söylemini öne çıkarıyor. Örneğin, kendileri de toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten kurtulan kadın “suçluların” mücadelelerini ele alırken, aynı zamanda erkek mahkûmların aileleriyle birlikte çalışıyorlar.

Mujeres de Frente’nin çalışmaları ve diğer hegemonik karşıt kolektifler, liberal yasallığın epistemik köklerini bozmayı amaçlayan sömürgecilik karşıtı feminist bir ceza eleştirisi geliştirmeye devam etmemiz için bize ilham verebilir. Bu tür bir eleştiri, cezai genişlemeyi yalnızca veya esas olarak neoliberalleşmeye ve/veya feminist siyasetin birlikte kullanılmasına bağlayan mevcut analizleri karmaşıklaştırmaktadır. Yasal sömürgecilik tam olarak tasvir edilip, sorgulanmazsa ceza, yeniden dağıtımcı bir siyasi proje ve insan haklarına dayalı bir yasal çerçeve ile uyumlu -belki de onları var eden- olarak tasvir edilebilir. Ek olarak, sömürgecilik karşıtı feminist eleştiri, kadın mücadelelerini yalnızca bilimsel çalışma ve düşünce yoluyla değil, aynı zamanda insanların yaşamlarını doğrudan etkileyebilecek topluluk projelerine katılımımız yoluyla insan hakları ve ceza hukuku aracılığını kullanarak, meşrulaştırmanın karmaşık etkilerine ışık tutabilir.


[1] Silvana Tapia Tapia, Azuay Üniversitesi’nde sosyo-hukuki çalışmalar konusunda doktor öğretim üyesi ve Hukuki Bilimler Fakültesi Araştırmaları Koordinatörüdür.

[2] Ayaklanmaların çıktığı Guayaquil, Cuenca ve Latacunga hapishaneleri, ülkenin en büyük üç hapishanesi olup; buradaki mahpuslar kapatılan kişilerin nüfusunun %70’ini oluşturmakta.

[3] Burada “cezalandırma”dan kasıt, Foucault ve Garland’dan yararlanılarak, çeşitli söylemlerin kapsamlı hâline ve suça, ceza kanunlarına, ceza mahkemelerine, politikalarına ve pratiklerine yönelik sosyal teknolojilerdir.

[4] Bu enstitünün misyonu, ceza hukukuyla alakalı ihtilafı bulunan yetişkinler ve ergenlerin; topluma yeniden entegre olmalarına yarayacak becerilerinin geliştirilmesi yoluyla kapsamlı şekilde iyileşmelerinin garantisini sağlamaktır.

[5] İspanyolca’da “nosotras” dişil kelime olarak “biz” anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla Latince nihil de nobis, sine nobis mottosu kadın hareketinin bildirisine dönüşmüştür.