Komünizm ve Haklar Üzerine (VII)

Komünizm ve Haklar Üzerine (VII)

Aralık 17, 2022 0

Costas Douzinas

Çev.: Yusuf Enes Karataş

Fransız Bildirgesi ikili bir normatif miras yarattı. Birincisi, “insanların özgür ve eşit doğduğu”; ikincisi ise direniş ve devrime yönelik (ahlaki ve hukuki) bir hakkın varlığı idi. Eşitlik ilkesi üç şekilde yorumlanabilir. Edmund Burke’ün ardından Jeremy Bentham, Bildirge’nin betimleyici bir biçimde okunmasının feci bir şekilde yanıltıcı olduğu hususunda ısrar etti ve geçersiz bir hatalı bir “olan”dan yanlış ve gayrimeşru bir “olması gereken”e geçiş olarak gördü. İnsan yavrusu özgür doğmaz, zayıf, savunmasız ve hayatta kalmak için tamamen başkasına bağımlıdır. Benzer şekilde, bir bebek diğer insanlarla eşit değildir; aşağı, acınası ve başkalarına bağımlı bir varlıktır. Doğum, bizi bizim seçmediğimiz bir dünyaya atar. Sınıf, ırk, cinsiyet vb. rastlantılar karşımıza çıkar ve bizi hiyerarşilerin, koşulların ve belirlenimlerin içine yerleştirir. Dike varlığı belirler.

Liberal hukuk felsefesi, eşitlik ilkesini dile getiren ifadeyi sınırlı edimsel güce sahip düzenleyici bir ilke olarak yorumlar. İnsanlar eşit doğmazlar ancak özgür ve eşit olmaları gerekir. Özgürlüksüzlük ve eşitsizlik durumu, politik ve hukuki kurumların müdahalesini zorunlu kılar. Ancak “‘insanlar’ın ve ‘yurttaşlar’ın eşitliğinin kabul edildiği yerlerde bile bu eşitlik yalnızca onların inşa edilmiş hukuki-politik alanla olan ilişkileriyle ilgilidir.”[1] Liberal ortodoksi, sınırlı özgürlüğü ve formel eşitliği yaymak adına kurumsal (hukuki, politik, askeri) araçları kullanır. Bu anlayış hem sınırlı etkileri olan “eşitlik” yasasının hem de Irak savaşının temelidir. İdeoloji eleştirisi, normatif okumanın neden başarısız olmaya mahkûm olduğunu mücbir bir biçimde gösterir. Technedike’nin palyatifi gibi davranır.

Komünizm, eşitliği direniş ve devrim hakkıyla birlikte okur. Fransızlar ve Ruslar, kendi kendilerini yetkilendiren devrimleriyle eşitlik fikrini dünya sahnesine yerleştirdiler. Devrimin techne’si, dünyanın premodern dike’siyle yüzleşti. Ancak hukuki eşitlik, zengin ve fakir arasındaki uçurumu yeniden üretti. Fırsat eşitliği, çıktı tarafındaki sonuçların farklı girdileri yakından takip edeceği anlamına gelir. Eşitlik adına yaratılan eşitsizlik, çağdaş adikia’nın ekstrem bir semptomudur; adaletsizlik duygusunu körükler, uykuda olan direniş hakkını canlandırır ve isyan techne’sini mayalandırır. Militanları eğiten komünizmin normatif çağrısı, eşitlik vaadinin başarısızlığından kaynaklanmaktadır. Komünizm, eşitliği koşullu bir normdan Badiou’nun koşulsuz aksiyomuna dönüştürür: İnsanlar özgür ve eşittir; eşitlik bir amaç veya değil, eylemin öncülüdür.[2] Bu basit gerçeği inkâr eden her ne ise bir direnme hakkı ve ödevi yaratır. Geç modern adikia, aksiyomatik eşitliğin performatifini, onun cansız düzenleyici versiyonuyla rekabete sokar: “özne, olaydan – yalnızca kısmen – ilham alan özneyse…toplumsal failler, verili bir durumda hakikatçe sorgulanmayan değer, fikir ve inançları paylaşırlar.”[3] Aksiyomatik eşitlik, geç modernitede militan özneleri motive eder.

Kanun; direniş ile devrim hakkını reddeder ve yok eder. Yine de bastırılmış olan her daim geri döner. Modern devletlerin çoğu, anayasanın ihlali sonucunda kurulmuştur. Onlar devrimin, savaştaki zaferin ya da yenilginin, kolonyal işgalin ya da kurtuluşun sonucudurlar. Devrimci şiddet, hukuku ve anayasayı askıya alır ve yeni bir devlet, daha iyi bir anayasa ve yozlaşmış veya ahlaksız bir sistemin yerini alacak adil bir hukuk kurma iddiasıyla kendini meşru kılar. Kodifiye edilmemiş olsa da her bir yerleşik düzene hayaletimsi bir gölge gibi eşlik eden bir devrim hakkına başvurur. Ayaklanma ortaya çıktığı noktada kanun dışı, gaddar, şeytani addedilip kınanır. Ancak başarılı olduğunda, toplumsal bir palingenesis ve adaletsizliğe karşı geçmişten bu yana başvurulan başkaldırma hakkının ifadesi olarak geriye dönük bir biçimde meşrulaştırılır.

Kurucu şiddet; ulusu, devleti ya da rejimi yücelten büyük gösterilerde çarpıtılmış biçimlerde yeniden canlandırılır veya yeni hukukun uygulanması ve yeni anayasanın yorumlanması eylemleriyle bastırılır. Fransız Devrimi Declaration des droits de l’homme ile, Amerikan Devrimi ise Bağımsızlık Bildirgesi ve Haklar Bildirgesi ile geriye dönük olarak meşrulaştırılmıştır. Bu belgeler kendilerini oluşturan kurucu şiddeti, her ne kadar inşa edilmiş temsiller ve yorumlar altında gizlemiş olsalar da kendilerinde taşırlar. Devletin bütün yasama ve yürütme eylemlerinin arkasında, hukuk sistemini başlatan kurucu güce dayalı bir “hukuk yaratma hakkı” yatar. Benzer şekilde, hukukun sınırlı bir protesto ve grev hakkını gönülsüzce kabul etmesi, devrim hakkının anayasadan çıkarılsa bile ortadan kaldırılamayacağını kabul etmektir.

Toplumsal kargaşa ve ayaklanmalar, hukukun adikia’sına ve onun bastırılmış temellerinin semptomlarına yönelik öznel tepkilerdir. İktidar düzeni tarafından rutin bir biçimde demokratik olmadıkları bahanesiyle kınanırlar. Bu bahane son zamanlarda madencilerin grevi, küreselleşme karşıtı gösteriler, Yunanistan’ın neoliberal reformlara karşı yürüttüğü kampanyalara karşı kullanıldı. Oysa tarih, zamanında kınanan ve anayasaları, kanunları, hükümetleri değiştiren isyan ve ayaklanmalarla doludur. Protestolar çoğunlukla, daha büyük adaletsizlikleri vurgulamak için kamu düzenine yönelik düzenlemeleri çiğneyerek Benjamin’in koruyucu şiddetine meydan okuyor. Protestocuların talebi şu ya da bu reform olduğu sürece devlet küçük veya büyük tavizler vererek bu talebi karşılayabilir. Devletin korktuğu şey, hukuk ilişkilerini dönüştürebilen ve kendisini hukuk yaratma hakkına sahipmiş gibi sunabilen bir gücün kendi iktidarına temelden meydan okumasıdır. Kökenlerin geriye dönük olarak meşrulaştırılmasına dayanan bu “hukuk yaratma hakkı”, devletin eyleme geçmesini kolaylaştırır; fakat aynı sebeple, devletin şiddet aracılığıyla atılmış temelleri ile bastırılmış ve hayaletimsi devrim hakkını teşhir ettiği için savunmasız ve meydan okunmaya açık hale de getirir. Bu hak, hukukun imkânsız ve yasak özüdür, olağan yasallığı ve hakları sürdüren gerçektir. Bastırılan her olgu gibi geri döner.

Aynı durum eşitlik aksiyomu için de geçerlidir. Hakların şekli eşitliği, eşitsizliği daimî bir biçimde desteklemiştir; aksiyomatik veya aritmetik eşitlik (bir gruptaki herkesin sayıca bir kişi olarak alınması) haklar kültürünün imkânsız sınırıdır.[4] Badiou’nun dediği gibi “burada yaşayan ve çalışan herkes buraya aittir”.[5] Bu ifade, sağlık hizmetlerinin, imkânları ne olursa olsun, ihtiyacı olan herkese ait olduğu anlamına gelir; ikamet ve çalışma hakkının, milliyeti ne olursa olsun dünyanın herhangi bir yerinde bulunan herkese ait olduğunu; politik faaliyetlerin, vatandaşlıktan bağımsız olarak ve insan hakları hukukunun açık yasaklarına[6] aykırı bir biçimde herkes tarafından serbestçe gerçekleştirilebileceğini söyler.

Badio’nun ifadesiyle, hakların bireyler ve topluluklar arasında tanınma ve dağıtımla ilgili olduğu sonucuna varabiliriz; ancak devrim hakkı yerli yerinde durmaya devam eder. Eşitlik aksiyomunu reddeden şeye karşı direniş/devrim hakkı, komünizm fikrinin normatif maksimini oluşturur. Eşitlik ve direniş kombinasyonu, hem evrensel bireyciliğe hem de cemaatçi kapanıma karşı türsel bir insanlığı yansıtır. Evrenselci, kültürel değerlerin ve ahlaki normların evrensel uygulanabilirlik ve mantıki tutarlılık testinden geçmesi gerektiğini iddia eder ve genellikle bir ahlaki gerçek ve onun dışında kalan birçok hata varsa o gerçeği başkalarına dayatmanın kendi görevi olduğu sonucuna varır. Cemaatçiler ise değerlerin bağlama bağlı olduğuna ilişkin bariz gözlemden yola çıkarlar ve bunları geleneğin baskısını kabul etmeyenlere dayatmaya çalışırlar. Bunların her ikisi de neyin insan sayılacağına karar verdikten sonra bu kararı inatçı bir umursamazlıkla takip eden ve bu karara direnen her şeyi gözden çıkarılabilir bulan hümanizmin versiyonlarıdır.

Evrensel ilkelerin bireyciliği, her insanın bir dünya olduğunu ve ötekiyle ortaklaşa var olduğunu; hepimizin bir topluluk halinde olduğumuzu unutur. Ortak olmak, kendi olmanın ayrılmaz bir parçasıdır: Benlik ötekine maruz kalır, dışsal olarak konumlanır ve öteki, benliğin mahremiyetinin bir parçasıdır. Ötekiyle birlikte bir topluluğun mensubu olmak, ortak varlığın veya temel bir topluluğa ait olmanın karşıtıdır. Öte yandan çoğu cemaatçi, toplumu gelenek, tarih ve kültür ortaklığı; kaçınılmaz ağırlığı, mevcut olasılıkları belirleyen geçmiş kristalleşmeler aracılığıyla tanımlar. Cemaatçi topluluğun özü genellikle, insanları artık ulusun, halkın veya liderin ruhu olarak tanımlanan ortak “insanlığı”, “öz”lerini bulmaya zorlamak veya bulmalarına “izin vermek”tir. Geleneksel değerleri takip etmeli, yabancıyı ve ötekiyi dışlamalıyız.

Komünist perspektiften insanlığın temeli ve amacı yoktur, insanlık gerekçesizliğin tanımıdır. Metafizik işlevi felsefi özünde değil, özü olmamasında, insanlık durumunun sürekli şaşırtıcı olmasında ve dünyayı kökten değiştiren olaya maruz kalmasında yatar. Devrim ve eşitlik, techne ve dike’nin karşılaşması olan adikia’nın ebedi diyalektiği tarafından bir araya getirilir. Alain Badiou, komünizm fikrinin kendimizi, ailemizi ve arkadaşlarımızı olayın sürprizine, imkânsız olandan türeyen yeni olasılıklara hazırlamaya yardımcı olduğunu savunur. Yine de hiçbir komünizm fikri ve adalet teorisi, adaletsizliğin cana yakın pençesi olmadan bunu başaramaz. Adaletsizliğe karşı öfke ve onunla yüzleşme kararı ancak bugün hakları ve (şekli) eşitliği içeren düzen (dike) iddialarına karşı gelişebilir. Devrimci eşitlik, haklar kültürünün reddi ve olumsuzlanmasıdır.

Neoliberal devlet, piyasa için kapitalist girişim ve koruma işlevlerini birleştirir. Adikia hipotezi ve techne ile dikearasındaki süregelen mücadelenin merkezi konumunda bulunan komünist tepki, devletin ve hukukun sönüp gitmesini bekleyemez. Komünizm, kapitalist devlete muhalefetinden vazgeçerse hayatta kalamaz. Ancak türsel komünizm, militanlar Latin favellalarında, Fransız banliyölerinde veya Atina sokaklarında devletin onayladığı eşit olmayan farklılıklara karşı herkesin eşit tekilliğini ilan ederek direndiklerinde burada ve şimdide var olur. Eylemi; muhalefet ve isyan hakkını özgürlüğün en yüksek biçimi olarak canlandırır. Haklar, süreç içinde bireysel yetki ve sahiplik anlamını yitirecek ve yeni bir “haklı olma” veya “haklılaşan varlık” anlayışına, herkese hakkı olanı veren bir anlayışa[7] doğru değişecektir. Sadece komünizm fikri, hakları kurtarabilir.

Bu yazı ilk olarak 30 Kasım 2010’da Critical Legal Thinking’de İngilizce olarak yayınlanmıştır. 


[1] Rancière, Hatred, 57.

[2] Alain Badiou, Metapolitics (Verso, 2005) Chapters 6,7 and 8.

[3] Ernesto Laclau, ‘An Ethics of Militant Engagement’ in Peter Halward op.cit., 134, 135.

[4] Badiou, ‘Truths and Justice’ in Metapolitics, 96-106.

[5] Quoted in Jason Barker, ‘Translator’s Introduction’ in Alain Badiou, Metapolitics, xv.

[6] AİHS’in 19. maddesi yabancıların politik haklarını kullanmalarını yasaklamaktadır.

[7] Costas Douzinas, The end of human rights, 209-216.