Yaklaşan Soykırım
20 gündür değil, 75 yıldır Filistin halkına dayatılan apartheid rejimine, savaşa karşı uluslararası hukuk organlarının ve mekanizmalarının suskunluğu hepimiz için aşikâr. Dahası İsrail Devleti’nin yıllardır devam ettirdiği siyasetin yeni bir aşaması olarak başlattığı soykırım ve imha planına açık bir şekilde destek vermekten de çekinmiyorlar. Daha evvelki deneyimlerden de gördüğümüz üzere söz konusu mekanizmalar ve onların dayandığı hukuk sistemi bu şekilde varoluş gayesini yerine getiriyor. Bu tarihsel momentte, bir kez daha uluslararası hukuk mekanizmaları, insan haklarından, özgürlüklerden yana olduğunu iddia eden pek çok devlet kendi yazdıkları, imza altına aldıkları hukuk metinlerini çiğneyerek İsrail’in işlediği suça ortak oluyorlar. İsrail’e karşı takınılan bu korumacı ve hatta iştirakçi pozisyon uluslararası hukukun ne olduğunu, siyasetle, muktedirlerle olan ilişkisini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Biz de eleştirel hukukçular olarak ateşe su taşıyan karınca misali, Filistin halkının, “insansı hayvanlar”ın emperyalizme ve siyonizme karşı haklı direnişinin yanında olduğumuzu belirtmek ve yukarıda genel hatlarıyla ve özet olarak çizdiğimiz tabloyu ifşa etmek adına sözümüzü söylemek istiyoruz. Bu çalışmanın ilk ayağı olarak aşağıdaki çeviriyi paylaşıyoruz.
Yaklaşan Soykırım
Sai Englert
Çev.: Hazal Gül & Yusuf Enes Karataş
İsrail Gazze’de soykırım yapmaya hazırlanıyor. Bunu sessizce yapmıyor. Niyetini her gün tekrarlıyor ve bunu hem sözleriyle hem de eylemleriyle dünyaya duyuruyor. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant Gazze’dekileri “insan hayvanlar” olarak tanımlarken İsrail’in abluka altındaki şeridin tamamına su, yakıt, elektrik ve gıda transferini kestiğini açıkladı. Likud yetkilileri nükleer saldırıların yanı sıra ikinci bir Nakba çağrısında bulundu. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, siviller ve savaşçılar arasındaki ayrımı reddederek “oradaki bütün ulusun sorumlu olduğunu” iddia etti. İsrailli askeri yetkililer amaçlarının “hassasiyet değil hasar” olduğunu açıkça belirttiler. Tüm bunlar olurken İsrail kanlı işgalinin zirvesinde, 365 kilometrekarelik alanı amansız bombardımana maruz bıraktı ve 2,3 milyonluk nüfusun üzerine, ABD’nin Afganistan’a bir yıl boyunca yağdırdığı bomba sayısına eşit sayıda bomba yağdırdı. Hastaneler, camiler, okullar ve evler; hepsi meşru askeri hedefler olarak kabul edildi. Şu ana kadar en az 2 bin 750 kişi öldü, bir milyondan fazla kişi yerinden edildi, yaklaşık 10 bin kişi yaralandı.
Gazze nüfusunun yarısına, ordunun onayladığı “güvenli yollar” üzerinden şeridin güneyine taşınmaları söylendi. Daha sonra insanlar bunu yaparken İsrail bu yolları bombaladı. Diğer pek çok Filistinli, bu emre uymayı reddetti. Bunun doğrudan bir etnik temizlik girişimi olduğunu herkesten daha iyi biliyorlar. Gazze’deki Filistinlilerin yaklaşık yüzde 80’i mültecidir, 1948’de topraklarından sürülmüşler ve sömürgeci yöneticileri tarafından eve dönüş hakları reddedilmiştir. Sürekli hava bombardımanı, su, gıda ve elektrik sıkıntısı ve yeni gelenlerin akını nedeniyle güneyde de durum vahim. İsrail, defalarca hava saldırılarına maruz kalan Refah sınır kapısından insani yardım girişini engellemeye devam ediyor.
Netanyahu’nun kendisi de dahil olmak üzere İsrailli yetkililer bunun “sadece bir başlangıç” olduğunu açıkladılar. Üç yüz bin asker Gazze yakınlarında toplandı ve söylenene göre aylarca sürebilecek bir kara saldırısı başlatmak için emir bekliyorlar. Bunun sonucunda ortaya çıkacak ölüm ve yıkım hayal bile edilemez. Kuzey Gazze Şeridi’nin tamamının yerle bir edilmesi ve bölge sakinlerinin daha da küçük bir alana sıkıştırılarak ölüm, dayanılmaz esaret ya da sürgün arasında seçim yapmaya zorlanmaları büyük bir olasılıktır. İsrail bu ayrım gözetmeksizin kan dökme eylemini, 7 Ekim’deki Filistin ayaklanmasını takip eden günlerde 1300 İsraillinin öldürülmesine ve Hamas’ın daha fazla operasyon yapmasını engelleme ihtiyacına bir yanıt olarak gerekçelendirmektedir. İsrail’in şu anki saldırısı, her şeyden önce, Filistin nüfusunun çeperinde yer alan bir kesim tarafından maruz bırakıldığı siyasal aşağılanmaya yanıt olarak anlaşılmalıdır.
İsrail’in gıda erişimini ciddi şekilde kısıtlayarak “Filistinlileri perhize sokmak ama açlıktan ölmelerine neden olmamak” ve düzenli olarak “çimleri biçmek” – yani suikast ve toplu katliam planı yürütmek – şeklinde ifade ettiği politikasını izlediği on sekiz yıl süren kara, hava ve deniz kuşatmasının ardından, Gazze’deki Filistinliler nihayet kendilerini tutsak eden dikenli telleri sökmeyi başardı. Sadece bu eylemleriyle bile Netanyahu ve koalisyonunun siyasal geleceğini ve İsrail ile bölgenin en otokratik ve baskıcı rejimleri arasındaki normalleşme sürecini tehlikeye attılar. Buna ek olarak, İsrail’in her şeye kadir olduğu yanılsamasını boşa çıkardılar ve kırılganlığını tüm dünyanın – ve daha da önemlisi tüm Filistinlilerin – görmesi için ifşa ettiler. İntikam şimdi zorla yerinden etme ya da düpedüz yok etme de dahil olmak üzere mevcut tüm araçlarla alınacaktır.
Batı’da hepimizin karşı karşıya olduğu soru, yaklaşmakta olan soykırımı nasıl durduracağımızdır. Yöneticilerimiz, İsrail’in planlarını gerçekleştirmesine izin vereceklerini açıkça belirttiler – sivil bir nüfusu halı bombardımanına[1] tutan İsrail’in “kendini savunma hakkı”nı dillendirip durdular. ABD ve İngiltere yılmaz desteklerini göstermek üzere savaş gemileri gönderdi. Ursula von der Leyen, Netanyahu’ya AB’nin desteğini vermek üzere Tel Aviv’e gitti. Keir Starmer, İsrail’in, abluka altındaki nüfusun tamamı için hayati önem taşıyan maddeleri kesmeye hakkı olduğunda ısrar etti. Eş zamanlı olarak hükümetlerimiz iç cephede Filistin dayanışma hareketlerini bastırmak için ellerinden geleni yaptılar: Fransa Filistin yanlısı gösterileri tamamen yasakladı, Berlin de aynı şeyi yaptı ve İngiltere de bu akıma katılmayı düşündü. Elbette bu durum, “terörle mücadele” ya da “antisemitizmle mücadele” kisvesi altında Filistin davasını kriminalize etmeye ve BDS[2] hareketini bastırmaya yönelik yıllar süren girişimlerin ardından geldi. Siyasetçiler, apartheid rejimine yönelik eleştirileri bastırmaya neden bu kadar gönüllü? Cevap çok açık. Batılı devletler, dünya ticaretinin önemli bir kavşağında, güçlerini korumak için İsrail’i desteklemektedir. Bu güce meydan okumak kabul edilemez, zira İsrail’i işlediği suçlardan sorumlu tutmaya yönelik her türlü girişim – tanımı gereği – kendi devletlerimizi de bu suçlara iştiraklerinden sorumlu tutmaya yönelik bir girişimdir. Yöneticilerimiz İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine izin vermenin de ötesinde ona diplomatik koruma ve askeri malzeme sağlamaya bile hazırdır.
O halde Gazze ile soykırım arasında duran şey siyasal baskıdır – amacı Batılı hükümetleri geri adım atmaya ve İsrail’in ölüm makinesini dizginlemeye zorlamak olan enternasyonalist bir harekete ihtiyacımız var. Geçtiğimiz hafta sonu bu hareketin şu anki aşamasının ilk kıpırtılarını gördük. Dünyanın dört bir yanında yüz binlerce – belki de milyonlarca – insan yürüyüşe katıldı. Sana, Bağdat, Rabat ve Amman göz alabildiğine protestocularla doluydu; Filistin’in kurtuluşu talepleri ile halklarının kendileri için özgürlük talepleri arasındaki bağlantıyı gören bölgedeki yöneticiler soğuk terler döktüler. Londra, Amsterdam, Paris ve Berlin’de, New York, Brüksel ve Roma’da, Cape Town, Tunus ve Nairobi’de, Sidney ve Santiago’da insanlar saldırıya son verilmesi, kuşatmanın sona erdirilmesi ve özgür bir Filistin için sokaklara döküldü.
Sokakların görüntüsü olağanüstüydü ancak tek başlarına yeterli olmayacaklar. ABD’de aktivistler kilit politikacıların ofislerini hedef alarak protestolar ve oturma eylemleri düzenleyip İsrail’in suçlarına verdikleri desteği kesmelerini ve saldırıya son vermek için harekete geçmelerini talep ettiler. Politikacıları bu şekilde utandırmak önümüzdeki günlerde ve haftalarda önemli bir taktik olacaktır. Dayanışma hareketinin yakın tarihi, etkili olabilecek başka yöntemler de sunmaktadır. Birleşik Krallık’ta Palestine Action yıllarca silah fabrikalarını hedef alarak Filistinlilere karşı kullanılacak silahların üretimini durdurdu. İtalya, Güney Afrika ve ABD’deki liman işçileri, Gazze’ye yönelik önceki askeri saldırılar sırasında İsrail kargolarını taşımayı reddederek ülkeye mal ve silah akışını kesintiye uğrattı. 2008-2009 kışında, İsrail üç yıl önceki ablukanın ardından Şerit’e ilk büyük saldırısını başlattığında, Birleşik Krallık’ın dört bir yanındaki öğrenciler kampüsleri işgal ederek üniversitelerin Filistinlilerle somut dayanışma göstermesi ve hükümetlerin diplomatik bağları kesmesi çağrısında bulundular. İşgal edilen alanları konferanslara, tartışmalara ve münazaralara ev sahipliği yapmak için kullandılar. Filistin dayanışma hareketine yönelik baskının arttığı bir dönemde, bu tür mekânlar sokak düzeyinde örgütlenmenin sağlanmasında bir kez daha önemli bir rol oynayabilir.
Hangi yöntemlerin kendi yerel ve ulusal bağlamları için uygun olacağına karar vermek aktivistlerin kendilerine kalmıştır. Buna karşın hiçbir şeyin eskisi gibi devam edemeyeceği bir noktaya da varmış bulunuyoruz. Soykırımı ve kitlesel yerinden edilmeyi durdurmak için hükümetlerimiz ve İsrail üzerindeki baskıyı arttırmak gibi kolektif bir yükümlülüğümüz var. Birleşik Krallık’ta çok sayıda sendika geçen hafta sonu düzenlenen gösteriye desteklerini ve Gazze’deki durumla ilgili endişelerini dile getirdi. Böylesi bir endişe ifadesi, anlamlı müdahalelere dönüştürülebilir mi? Sendika militanları dayanışma açıklamaları yapmanın ötesine geçip dayanışmacı endüstriyel eylemler gerçekleştirebilir mi? Eğer öğretim görevlileri ve öğretmenler, liman işçileri ve makinistler – Londra’daki mitinge katılan iş kollarından sadece birkaçı – hükümetin tutumunu değiştirmesini ve devam eden toplu katliamı durdurmasını talep ederek iş bırakma eylemleri düzenleyebilselerdi, o zaman Britanya’nın liderleri İsrail’e açık çek verecek siyasi hareket alanına sahip olmazlardı.
Bugün Filistinli sendikalar, dünyanın dört bir yanındaki sendikacıları İsrail’e silah sağlanmasına devam etmeyi reddederek dayanışmalarını göstermeye çağırdı. İlgili sektörlerdeki işçilerden aşağıdaki dayanışma eylemlerini göstermelerini istediler:
- İsrail için silah üretmeyi reddetmek
- İsrail’e silah taşımayı reddetmek
- Sendikalarında bu yönde önergeler vermek
- Özellikle kurumunuzla sözleşmesi varsa, İsrail’in acımasız ve yasadışı kuşatmasının uygulanmasına dahil olan suç ortağı şirketlere karşı harekete geçmek
- Hükümetlere İsrail ile tüm askeri ticareti ve – ABD örneğinde olduğu gibi – İsrail’e sağlanan finansmanı durdurmaları için baskı yapmak
Bu talepler hızlı bir şekilde Batı’daki işyerleri ve sendikalara taşınmalı ve silah ticaretine karşı yürütülen kampanyalar için önemli müttefikler bulunmalıdır. Dördüncü ve beşinci maddeler sektöre özgü değildir ve işçi hareketi genelinde çok daha geniş bir uygulama alanına sahiptir.
Önümüzde duran görev açıktır. Soykırım, etnik temizlik ve ikinci bir Nakba, Tanrı kelâmı değildir. Hepsi engellenebilir. Hükümetlerimiz şimdiye dek itiraz etmeyi reddettiler. Onlara suç ortaklığının bedelini hatırlatalım.
Bu yazı ilk olarak 16 Ekim 2023’te Sidecar‘da İngilizce olarak yayınlanmıştır.
[1] Büyük bir hedefi yok etmeye yönelik kapsamlı ve sistematik bir bombardıman tekniği. ç.n.
[2] Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırım, İngilizcesi Boycott, Divestment and Sanctions. ç.n.