Oyunbozan Hakikatler

Oyunbozan Hakikatler

Aralık 21, 2024 0

Sara Ahmed

Çev.: Merve Çavuşoğlu

Son okuma: Dicle Demir

Bu yazıyı Filistin ile dayanışma içinde yazıyorum. Dayanışmamı, bu blogda, kendi terimlerimle, oyunbozan bir feminist olarak dile getiriyorum. Filistin ile dayanışma göstermek, her nerede olursak olalım, oyunbozan olmayı gerektirir. Yas tutma biçimimiz ya da yasını tuttuklarımız nedeniyle ayak bağı oluruz; işaret ettiğimiz şeyler ya da görmezden gelmeyi reddettiğimiz şiddet – sömürgeci işgalin şiddeti, şu an Gazze’de İsrail devleti tarafından insanlara uygulanan şiddet – yüzünden bir sorun haline geliriz.

Ayak bağı olmaya hazırız.

Bu yazıyı, dünyanın dört bir yanındaki birçok insanla birlikte paylaşıldıkça gürleşen bir “hayır”ın ifadesi olarak kaleme alıyorum: İsrail devletine hayır, İsrail devletiyle ittifak içinde olanlara hayır, Filistinlilere uygulanan şiddeti haklı görenlere hayır, sömürgeci bir tarihe dayanan ve görmezden gelerek şiddetin gerçekleştirilmesine ve meşrulaştırılmasına imkân veren, insanı insanlıktan çıkaran söylemlere hayır.

Şiddeti görmek, onun nasıl görünmez kılındığını unutmak da demektir. Görünmeyen şiddeti görmek, iş başında bir oyunbozan olmaktır.

Oyunbozan terimini genellikle bir sıfat olarak kullanıyorum: sadece bir şeyler yapan birini tanımlamak için değil, ne yaptığımızı tanımlamanın da bir yolu olarak.

Oyunbozan Dayanışması: Karşı karşıya kaldıklarımıza karşı dayanışma.

Oyunbozan Dayanışması: Karşı karşıya kaldıklarımızla yüzleşmek için ihtiyaç duyduğumuz dayanışma.

Böyle bir dayanışma; soyut bir biçimde, ılık ve muğlak bir şekilde, hiçbir şey yapmadan bir şeyler hissetmenin bir yolu olarak tekin olmayacaktır. Dayanışma içinde olmamızı gerektiren nedenleri, şiddeti, acının maddi gerçekliğini, süregelen sömürgeci işgali ve devlet ırkçılığının acımasızlığını bilincimizin ön saflarında tutarak eyleme geçmeye ve dikkat vermeye yönelik bir çağrı olacaktır.

Bunu Audre Lorde’dan öğrendim: Bazen, şiddetin -tekil bir olay değil yapı olarak şiddetin-  etkisini fark edebilmek için her ne yapıyorsak durmak zorunda kalırız. Adrienne Rich ile yaptığı bir röportajda Lorde, arabasında radyo dinlerken, siyahi bir çocuğu öldüren beyaz bir polis memurunun beraat haberini duyduğunu anlatıyor. Duygularını dışa vurmak için arabayı durdurmak zorunda kaldığını belirtiyor. O dışa vuruş daha sonra, “İktidar” adlı bir şiir biçimini alıyor. Lorde, -açığa çıkarmak ve bizlere ulaştırmak adına- bu durumu, polisin ve beyaz üstünlüğünün şiddetini içselleştiriyor.

Bugün aslında başka bir şey yazacaktım. Ama yazamadım. Elimdeki işi bırakmak zorunda kaldım ve bunun yerine bu yazıyı, bu oyunbozan hakikati, Filistin ile dayanışma beyanımı yazdım. Bu beyanı, Bölünme diye niteledikleri şiddetin ortasında yuvalarını terk etmek zorunda kalan Pakistanlı kahverengi müslüman bir aileden gelen, kahverengi bir feminist ve queer bir akademisyen olarak, Birleşik Krallık’ta yaşayan biri olarak yazıyorum. Şu anda hayatları ve Filistin’in özgürlüğü için savaşanlara oyunbozan dayanışmamı ifade etmek için yazıyorum.

Şu anda, bazılarımızın bunu yapması yasaklanmış olsa da pek çoğumuz sokaklardayız. Hükümetlerimiz bizi bir araya gelmekten, sizlerle dayanışmamızı ifade etmekten, özgürlüğünüz için slogan atmaktan, bayraklarınızı dalgalandırmaktan alıkoymaya çalışıyor. Protesto etmek, bizi susturmaya çalışanlara ve Filistinlilere yönelik şiddete ortak olanlara karşı da bir itirazdır.

Bunu reddediyoruz. Hep birlikte. Hayır diyoruz.

Benim için oyunbozan dayanışması, oyunbozan bir hakikattir; Oyunbozan Feministin El Kitabında tanıttığım bir terimdir. O kitapta yer alan son hakikattir. Oyunbozan Hakikat: Ne Kadar Çok Karşı Karşıya Kalırsak O Kadar Çok Daha Fazlasına İhtiyacımız Olur

Daha fazlasına artık daha fazla ihtiyacımız var. Birbirimize daha fazla ihtiyacımız var. Birbirimizin dayanağı haline gelmeliyiz.

Oyunbozan hakikatleri aynı zamanda bitkin düşmüş bilgelikler olarak adlandırıyorum: sürekli karşımıza çıkan şeyler yüzünden bildiklerimiz. Bir şeye dair bitkinliğimiz, onu nasıl bu kadar derinlemesine bildiğimizi de gösterir: Bıktırıcı deneyimler, yapıyı ifşa eder.

Oyunbozan hakikat aynı zamanda bilmesi zor olandır, bilirsek vazgeçmemiz gerekenleri hissettiğimiz için bilmekte direnebileceğimiz bir hakikattir. Başkalarına yöneldiği durumları geçelim, şiddet bize yönelmiş olsa bile onu görmezden gelmenin pek çok yolu vardır. Sözcükleri ya da eylemleri önemsizleştirmek, şiddeti geçiştirmek gibi şiddeti görmeme biçimlerini miras edinebiliriz: Bir önemi yoktur, o kişi aslında öyle demek istememiştir.

Kapıyı açmak zorundayız.

Beyaz olmayan bir kadınla yaptığım bir konuşmayı anımsıyorum. Erkek danışmanı tarafından taciz ediliyordu. Ne olduğunu bir bakıma biliyordu: oyunbozan hakikatler genellikle en başta içimize doğanlardır. Hislerimiz bize yol gösterebilir. Öyle ki, görüşmeleri sırasında ofisin kapısını açık tutması gerektiğini biliyordu. Ama yapılan şeyi kabul etmek zordu. Şiddete uğradığını kabul ederse kendini mahvedeceğinden korkuyordu. Kabullenmek, bir gerçeği itiraf etmek ve bir şeylerin içeri girmesine izin vermek anlamına gelebilir. Şiddeti kabul etmek; kendi keyfini kaçırmak, kendi ilerlemene mani olmak gibi hissettirebilir.

Böylece o kadın mevcut bir kapıyı kapattı. Aynı zamanda danışmanının yaptığı şeyi inkar etmek suretiyle durumu idare etmeye çalışarak kendi bilinç kapısını da kapattı. Baş etme mekanizmaları paydos ettiğinde hakikat içeri sızar. Bu yıkıcı olabilir. Sizi derinden etkileyebilir. Görmek için gereken süre uzadıkça, gerçeği görmek daha da zorlaşır. Ve bir şeyi kabul etmek onun gerçeğe dönüşmesini sağlıyorsa kendinizi onun sebebi gibi hissetmeniz mümkündür. Ayrıca çaba harcamanızı da gerektirebilir: İçinde bulunduğunuz durumu taciz olarak tanımak, ondan kurtulmak için ne kadar çaba sarf etmeniz gerekeceğinin farkına varmak demektir.

Oyunbozan hakikatler, kabullenmek için çaba harcadığınız şeyler olabilir.

Oyunbozan hakikatler, kurumların kendileri hakkında kabul etmeyi reddettiği şeyler olabilir.

Bir şikâyet; kurumun bunu kabul etmesi için harcanan bir çaba, şikâyetin içeri sızması için bir girişim olabilir. Fakat o zaman kurumla karşı karşıya gelirsiniz. Bu yüzden çoğu zaman dışarıda kalırsınız.

Kapılar, aynı zamanda panjurlardır. Görüştüğüm bir başka kişi üniversitenin mimarisini tarif etmişti: Üstlerinde kilit takılı kapılar, panjurları aşağı inen pencereler, dar koridorlar. İktidarın mimarisi. Bölüm başkanı tarafından fiziksel saldırıya uğrayan bir kadın aklıma düşüyor. Kadın şikâyetçi oluyor ama adam aklanıyor. Nasıl? Raporda şiddet, “herhangi bir el sıkışma ile eşit düzeyde” olarak tanımlanıyor. Eşit düzeyde, eşit demektir.

Bir eylemin şiddeti, tanımlama yoluyla ortadan kalkıyor.

Bir panjur olarak tanımlama.

Şiddeti görmüyor oluşumuz, panjurların inik olmasından değil.

Şiddet görüldüğü için panjurlar iniyor.

Görmezden gelinen şiddet, sadece görülmeyen bir şiddet değildir. Görmezden gelinen şiddet bir eylemdir. Bir şeyi görmezden gelmek için onu daha önce görmüş olmanız gerekir. Bir şikâyet; şiddeti görünür kılma, onu açığa çıkarma çabası olabilir. Bir protesto da şiddeti açığa çıkarma, bir kamu yaratarak onu kamusal hale getirme çabası olabilir.

Oyunbozan hakikatler: Şiddeti açığa çıkarmaya çalıştığımızda bize görünenlerdir. Bu şiddetin nasıl görmezden gelindiğini, kapalı kapılar ardında, ideoloji diye adlandırabileceğimiz gereçlerin, panjurların altında nasıl görünmez kaldığını; ona hayır dediğimizde, şikayet ettiğimizde ya da protesto ettiğimizde olanlar yordamıyla öğreniriz. Panjurları kaldırmaya veya kapıyı açmaya çalışırsanız, pek çoğunun görmemek için yatırım yaptığı bir şiddeti ifşa ederseniz, şiddetin müsebbibi siz olursunuz. İşte bu yüzden oyunbozanlar ekseriyetle sanki ifşa ettikleri şiddetin müsebbibi onlarmış gibi görünürler.

Bazen işimizi yapabilmek, odaklanabilmek ya da işlevimizi yerine getirebilmek adına inkar ettiklerimiz, kurumların hapsettiği şeylerdir. İşte bu şekilde hakikatlerimiz, oyunbozan hakikatler, kilit altında, bazen evrak dolabı dediğimiz kurumsal gizli dolaplara kaldırılır. Bu gerçekleri sadece içimizden değil kurumlardan da atmaya çabaladığımızda iş başında oyunbozanlar oluruz. Eğer hakikat,  bir kurumun itibarına zarar verecekse, zarar vermeye hazır olmamız gerekir. Ben bunu oyunbozan sözü olarak adlandırıyorum.

Ulusun da birçok gizli dolabı vardır; Britanya İmparatorluğu’nun da öyle. Britanya hükümetinin, “Majestelerinin hükümetini mahcup edebilecek” veya “polis veya ordu mensuplarını, kamu görevlilerini veya polis muhbirleri gibi diğer kişileri mahcup edebilecek” sömürge suçlarına ilişkin kayıtları içeren binlerce belgeyi arşivlerinden imha etme emri verdiği  bilinmektedir.

Oyunbozan Hakikatler: Açığa çıkmasını istemedikleri şeyler.

Şiddete dair delilleri ortadan kaldırdılar. Ortadan kaldırma işlemi, bu işleme ilişkin deliller de ortadan kaldırıldığında başarıya ulaşır. Bunu bazen “cilalama” diye adlandırıyorum; imparatorluğu; dünyayı cilalama eylemi, şiddeti tasfiye ederek anlatılan cilalı bir hikâye olarak görüyorum.

Belki de hikayelerimizin bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Bizler, delilin kendisi haline geliyoruz. Bedenlerimiz, anılarımız, hikayelerimiz, sömürge arşivleri. Bu nedenle, kendimizi ifade etmemizi engellemek için bizi kontrol altına almaya çalışıyorlar. Oyunbozan hakikatlerimiz: onları ifade ederken, bizleri kontrol altına almaya çalışanları paramparça ediyoruz.

Devlet şiddetinin, sömürgeci şiddetlerin gözden kaybolmasının, görünmez hale getirilmesinin pek çok yolu var.

Panjurların indiğini görüyoruz. Bunu gördüklerini görüyoruz. Görmeyi nasıl bıraktıklarını görüyoruz.

Beyaz olmayan feminist bir akademisyen olarak kariyerime geri dönüp baktığımda, indiğini gördüğüm panjurlar geliyor aklıma. Bu hikâyeyi bir el kitabında paylaşmıştım: Kadın Çalışmaları’nda öğretim görevlisi olarak ilk yılımdayım. Kampüsün en şatafatlı binasının en üst katında bir odadayız. Büyük, dikdörtgen bir masanın etrafında oturuyoruz. Toplantının amacı yeni derslerin onaylanması. Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sömürgecilik üzerine yeni bir dersim onaya sunulduğu için oradayım. Çoğu ders fazla tartışma olmaksızın onaylanıyor. Dersim konuşulmaya başladığında, başka bölümden bir profesör beni sorgulamaya başlıyor ve konuştukça daha da öfkeleniyor. Ve konuşmaya devam ediyor. Oradaydım; beyaz olmayan genç bir kadın, odadaki tek kahverengi kişi olarak onunla aynı masada oturuyordum. Ders açıklamasında tepkisini çeken kelime, aslında oldukça sıradan görünen “iddia edildiği üzere” ifadesiydi. Bu kelimeyi kullanmamın, sömürgeciliğin kötü bir şey olduğunu düşündüğümün bir göstergesi olduğunu söyledi. Ardından bana sömürgeciliğin nasıl iyi bir şey olduğu, sömürgeciliğin moderniteye tekabül ettiği; demir yolları, dil ve hukukun daha önce de duymuş olmamızdan mütevellit aşina gelen o mutlu masalı hakkında bir ders verdi. Bu anı oyunbozan bir karşılaşma olarak görüyorum. Böyle görmemin nedeni, söylediklerine karşılık vermem değildi – ki vermemiştim – ama onun tepkisinden anladığım şey, yaptığım şeyin aslında karşılık vermek; o masalı, o mutlu masalı, o mutlu emperyal terakki masalını anlatmayı reddetmek olduğuydu.

O masalı, o mutlu masalı anlatmayı reddetmek, yalnızca mutluluğu değil geçmişi de çalıyor gibi konumlandırılmaktır. Biliyoruz ki geçmişi, bizi buraya getiren şiddeti geçiştirmemiz bekleniyor. Onların broşürleri için gülümsüyoruz; güleç, mutlu, parlayan kahverengi simalar.

Ya da gülümsemiyoruz. Burada bulunmayı zorlaştıran şiddeti geçiştirmediğimizde nasıl karşılandığımızdan ders çıkarıyoruz. Çıkardığım derslere bakınca, sonunda kurumun dışında kalmam pek de şaşırtıcı değil belki de.

Oyunbozan hakikatlerin, kurumlar tarafından dışarıda bırakılmasının nedeni ile bazılarımızın dışarıda bırakılmasının nedeni aynıdır: kurumlar hakkında ortaya çıkabilecek şeyler.

Hakikati dile getirdiğimiz için dışarıda bırakılıyoruz.

İşte bu yüzden bu hakikatleri ortaya çıkarmak için bir araya geliyoruz. Hakikati dile getiriyoruz. Bizler de hakikatlerle birlikte ortaya çıkıyoruz. Kapıyı da bu yüzden kapatıyorlar. Durumu böyle görmüyorlar. Nakba, soykırım, etnik temizlik gibi durumu tanımlayan kelimeleri kullanmıyorlar; sanki olan biteni tanımlayacak kelimeler olmadığında bu olaylar hiç yaşanmıyormuş gibi. Bizler ise Nakba, soykırım, etnik temizlik gibi kelimeleri kullanıyoruz; çünkü yaşanmakta olan bu.

Kapatılmış bir kapı

Hakikate kapatılmış.

Başka neler dışarıda bırakılıyor? Başka kimler?

İsrail devleti tarafından Filistin halkına karşı uygulanan şiddete kapıyı kapatmak aynı zamanda başka şiddet biçimlerine ve suç ortaklığımıza -sadece mevcut hükümetlerin değil geçmiş hükümetlerin de suç ortaklığına- kapıyı kapatmaktır. Filistin’e ve Gazze’ye karşı uygulanan şiddetten bahsetmeme emri, İngiliz emperyalizminin şiddetinden -günümüzde de varlığını sürdüren o tarihten- bahsetmeme emri ile aynıdır. Burada yaşayıp çalışan, aileleri eski İngiliz sömürgelerinden gelen bizler bu emri biliriz, gördüğümüzde tanırız, çünkü o emre uymamanın nelere vücut vereceğini biliriz.

İddia edildiği üzere” ifadesinde bir hayır duyan o profesörü anımsıyorum. Hayırı, işimizin iddiası haline getiriyoruz.

Hayır diyoruz. Yerle bir ediyoruz.

Resimden cilayı kaldırmak, resimdeki cila olmamak zorundayız.

Geçmişin üzerindeki cilayı kaldırıyoruz ya da geçmişin foyasını ortaya çıkarıyoruz. Birleşik Krallıkta yaşayan ve çalışan çoğumuza okullarda İngiliz emperyalistlerinin Filistin’e ve Filistinlilere olup bitenlerdeki rolünün öğretilmediğini düşünüyorum. Hükümet yetkilileri tarafından Filistin halkını tümden yok sayarak yapılan 1916 Sykes-Picot Anlaşması veya 2 Kasım 1917’de imzalanan Balfour Deklarasyonu gibi geçmiş antlaşmalar kuvvetle muhtemel bizlere öğretilmiyor. Yok sayma ifadesini başkalarından ödünç alıyorum. Filistinli gazeteci Ramzy Baroud, Gazze’deki bir mülteci kampında büyüyen bir çocuk olarak deklarasyonun yıldönümünün müşterek bir protesto günü olması vesilesi ile Balfour adını ilk nasıl duyduğunu anlatıyor. Baroud, şu sonuca varıyor: “Balfour, kısa fakat utanç verici mektubunu ilettiğinden bu yana, Filistinlilerin başına gelen tüm felaketlerden sorumlu tutulamazsa da onun ‘vaadinin’ cisimleştirdiği kavram -yani Filistinli Arap halkının isteklerinin tümden yok sayılması- İngiliz diplomatlar arasında nasıl kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa Filistin’in sömürgeciliğe karşı direnişi de aynı şekilde nesiller boyunca yayılmakta.” Merhum Filistinli akademisyen Edward Said, Balfour Deklarasyonu’nu “Avrupalı bir güç tarafından… Avrupalı olmayan bir toprak hakkında… o toprak üzerinde yaşayan yerli çoğunluğun hem varlığı hem de isteklerinin kati bir şekilde yok sayılması” olarak tanımlamıştır. Said,  “Kurbanların Bakış Açısından Siyonizm” makalesinde bu tarihi bizim için kendine has bir netlikle özetlemektedir: “Emperyalizm teoriydi, sömürgecilik ise dünyanın beyhude yere henüz işgal edilmemiş olan topraklarını Avrupa metropolitan toplumunun kullanışlı yeni sürümlerine dönüştürme pratiğiydi. Bu topraklarda olup israf, düzensizlik ve henüz işlenmemiş kaynakları çağrıştıran her şey üretkenliğe, düzene, vergilendirilebilir ve geliştirilme potansiyeline sahip bir servete dönüştürülmeliydi.” “Filistinli Arap yerlilere” yönelik Siyonist tutumların, “on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren Filistin’in sömürülmesi ve yönetilmesine resmi olarak dahil olan İngiliz bilim insanlarının, yöneticilerin ve uzmanların tutum ve uygulamalarında fazlasıyla belirlendiğini” belirtmektedir.

Filistin halkı hakkında şu an nasıl konuşulduğunu duyduğumuzda aslında tarihi duyuyoruz, kendi tarihimizi. “İnsansı hayvanlar.” “İnsani bir kriz yok.” “Etnik temizlik değil” çünkü onlar “insan değil.” “Sivil değiller.”

Hedef tahtasına oturtulmuş bir halk.

7 Ekim’de meydana gelen şiddeti kınayabilir, çalınan hayatların yasını tutabiliriz. Ancak bu şiddet, ne ondan önce yaşanan şiddeti ne de ondan sonra yaşanan şiddeti örtbas etmek için kullanılabilir. Bu tarihe, yerleşimcilik ve yerinden etmenin süregelen şiddetine, Filistin halkını ellerinde kalan topraklardan sökmek için kullanılan şiddete göz yummayı reddetmeliyiz.

Gazze’nin açık hava hapishanesi olduğunun, tellerin, sınırların ve polisin şiddetini görmeliyiz. İhtiyaç duyduğunuz şeylere, gıdaya, suya, elektriğe, tıbbi malzemeye sahip olmamanın şiddetini görmeliyiz. Düşen bombaların şiddeti kadar, bombalar düştüğünde gidecek bir yerin, sığınakların olmamasının şiddetini de görmeliyiz. Şayet görmemiz gerekeni görmüyorsak, kendimizi bunu öğrenmeye adamalıyız. Dayanışma, dikkatimizi hak eden şeye -sömürgeci işgalin şiddetine- vermeyi gerektirir.

Oyunbozan hakikat: Görülen şiddetin içinde görülmeyen şiddeti de görürüz.

İnsanların şiddetten, bu şiddetin sonuçlarına katlananlardan yüz çevirmesinin yarattığı şiddeti görüyoruz. Bizler yüz çevirmeyeceğiz. Dayanışma, aynı zamanda en zor, en acı hakikatlere -bugün de devam eden sömürgeci şiddetin tarihine – kapıyı açık tutmaya hazır olmak demektir.

Bu yazıyı, Filistin halkına ve direnişine duyduğum derin hayranlık ve bu direnişi mecburi kılan dünyaya duyduğum öfkeyle yazıyorum.

İngilizceden çevirdiğimiz metin, 16 Ekim 2023 tarihinde “Killjoy Truths” başlığıyla feministkilljoys’da yayınlanmıştır.