Anayasallık Krizleri

Anayasallık Krizleri

Aralık 29, 2023 0

Rob Hunter

Çev.: Yusuf Enes Karataş

Anayasal kriz nedir? Brezilya’daki ağır çekim darbe, olası bir Brexit’e eşlik edecek yasal ve hukuki belirsizlikler ya da Polonya’dan Hindistan’a uzanan etnik ve dini şovenist rejimleri pekiştirme girişimleri gibi gözlemlenen çeşitli olgular tek bir kavramın bayrağı altında birleştirilebilir mi? Yoksa böyle bir proje kaçınılmaz olarak, sosyal gerçekliğin ideal bir kurgunun parametrelerine uygun hale getirildiği teorik bir sığıntıya mı dönüşür?

İlerleyen kısımda anayasal kriz kavramına Marksist bir açıdan yaklaşacağım. Esasında, bu terimi başka bir terimle değiştirmeyi öneriyorum: “anayasallık krizi”. Anayasaların ve kamu hukukunun diğer biçimlerinin, egemen bir sınıf tarafından kullanılan körelmiş tahakküm araçları olmadıkları, bunun yerine toplumsal güçler içinde ve arasındaki hegemonik ilişkilerin yapılandırılması ve sürdürülmesine yönelik teknikler olduğu anlayışından hareket ediyorum.[1]Ayrıca yasallık ve anayasallık arasında bir ayrıma dayanıyorum. “Anayasallık” ile bir ilişkiler ve pratikler kompleksini, başka bir deyişle yönetimsellikler demetini, hükmetme araçlarını ve diğer “iltisak teknikleri”ni kastediyorum. [2]

“Anayasal kriz” hem çok anlamlılık hem de muğlaklıkla yüklü bir terimdir. Kavramın  konuşmacının olumsuz bulduğu sonuçları ifade etmek için kullanıldığını sıklıkla görürüz. Bu durum özellikle hukuki fetişist tasalar söz konusu olduğunda rastlanan bir durumdur.[3] Kriz kavramına başvurmak, salt yasadışılık suçlamasından farklıdır. Yasadışılık, anayasallığın bizzat kendisinde bir krize işaret etmez. Birçok anayasada yetkililerin cezalandırılması ya da görevden alınmasına yönelik hükümlerin varlığı, belirli yasal normların ihlalinin bir rejimi otomatik olarak anayasallık krizine sürüklemediğini göstermektedir. Aksine, bu tür ihlaller anayasal tasarıların kendileri tarafından öngörülmektedir: Anayasallık; organlar, kurumlar veya bakanlıklar arasındaki çatışmalarla bozulmaz. Birçok anayasal metin, sıklıkla anayasal denetim yetkisini kullanan mahkemeler aracılığıyla kurumsal sınırların denetlenmesini açıkça öngörür. Anayasal dengeli dağıtım,  anayasal işlev bozukluğu da olabilir -anayasacılığın çelişkileri bunlar- fakat öngörülmüş şekil ve usullerden her türlü sapmanın kendiliğinden krizlere dönüşeceği varsayılamaz.

“Anayasal kriz” teriminin potansiyel anlamlarla o kadar yüklü olduğunu düşünüyorum ki, ne analitik ne de değerlendirici anlamda işe yarıyor. “Anayasal kriz” daima bir yargı içerir; şeylerin olağan düzeyinden (hangi ön kritere göre “olağan”?) bir sapmayı ya da endişe duyulması gereken bir tür başarısızlık veya gerilemeyi (neden ve kim tarafından endişe duyulmalı?) çağrıştırır. Ben “anayasallık krizi” ifadesini tercih ediyorum. Eğer anayasallıkta bir kriz ortaya çıkarsa, bu, anayasallığın yasal, politik ve toplumsal kurucu biçimlerinin sürekli üretiminin ve eklemlenmesinin kesintiye uğraması anlamına gelirdi.

Anayasallık krizleri, hukukiliğe ilişkin üretimin olmaması ya da hukuki üretim karşıtlığı değildir. Anayasallık ne hukukiliktir ne de hukuka aykırılık tarafından bozulur, çünkü hukuka aykırılığın kendisi düzenli olarak hukuki düzeni inşa eder.[4] Dahası, anayasallık krizleri siyasi krizler değildirler. Aksine, siyasal olanın anayasal olana sızmasına işaret ederler. Burada anayasacılığın temel çelişkilerinden biriyle karşılaşıyoruz. Anayasacılık siyasal olanın özel bir tasavvurunu temsil eder; toplumsal ilişkilerin üstünü kaplayan bir örtü olarak idealize edilir ve iktidar bloğunun hegemonyasının eklemlenmesine ve sürdürülmesine yönelik faklı bir yaklaşım içerir. Yine de anayasalar depolitize eder. Belirli soruları siyasi antagonizmanın kapsamından çıkarmaya çalışırken, anayasal tasarlama fiilleri ve anayasal otorite iddiaları siyaseti sınırlandırma ve kontrol altına alma ve belirli parametreler dâhilinde, verili bir dizi ilişkiyi (iktidar, tahakküm veya hiyerarşi) süresiz olarak sürdürme girişimleridir.

Anayasallık krizleri yasa ihlaline ya da siyasi karşıtlığa indirgenemez. Yasalar, toplumsal ilişkilerin bütününü değiştirmeden ya da tehdit etmeden çiğnenebilir. Antagonizma, sosyal olanı yıpratan değil onu inşa eden şeydir. Kriz kavramına başvurmak, karşılıklı ön kabuller ağındaki bir bozulmaya işaret etmek ve istisnai toplumsal faaliyetler dışında, bu ağın deformasyonunun, dönüşümünün veya yapısal değişikliğinin yakın olduğunu öne sürmektir. Anayasallık krizleri, anayasacılığın yönetmesi beklenen çelişkilerin, anayasallığın olağan yeniden üretimi yoluyla yönetilemediği anlarda ortaya çıkar. Bu anlar, egemen toplumsal blokların yeni sentezler üretmesi ve sergilemesi gereken, aksi takdirde hegemonyalarının tehlikeye girme riskiyle karşı karşıya kalacakları anlardır.

Anayasallık krizleri, anayasallığın yeniden üretiminin belirli anlarında ortaya çıkar. İç savaşlar, darbeler, kurumların kökten deformasyona uğratılması ya da ikili iktidar yapılarının ortaya çıkışının hepsinin farklı büyüklükteki krizlerin tezahürleri olduğu söylenebilir. Bunlar, anayasal anlam ve biçimlerin inşası ve geliştirilmesine ilişkin mücadelelerden ayırt edilmelidir. Anayasal mücadeleler genellikle yeni anayasal biçimlerin yürürlüğe girişi, yerleşmesi veya tartışılmasıyla ortaya çıkarken, anayasallık krizleri hegemonyanın bütünlüğünün ve uyumunun tehdit edildiği anlarda ortaya çıkar. Örneğin ABD İç Savaşı, bir dizi anayasal krizin sonuncusuydu. Buna karşılık, Yeniden Yapılanma Değişiklikleri’nin uygulanması ve resmi köleliğin yerini alacak yeni üretim ve tahakküm ilişkilerinin şekillendirilmesi üzerinden yürütülen savaş sonrası mücadelelerin anayasallığın üretimi ve eklemlenmesi üzerine mücadeleler olarak tanımlanması daha doğru olacaktır.

Anayasallık krizleri anayasal ihlallerden de ayırt edilmelidir. İkincisi, hem genel olarak yönetimde – örneğin, devlet organlarının artı nüfusun yönetiminde, çalışma ilişkilerinin yeniden üretiminde vb. hukuk dışı şiddet kullanması – hem de devleti oluşturan toplumsal güç ilişkileri içinde düzenli olarak meydana gelir. Her iki türden anayasal ihlaller de krizin habercisi değildir. Anayasacılığın iç mantığı, kurumsal sınırlarda çatışmanın düzenliliğini öngördüğü ölçüde, anayasal ihlallerin anayasallığın yeniden üretimi için tesadüfi olmaktan çok, ayrılmaz bir parçası olduğu söylenebilir.

Elbette, belirli türden norm ihlalleri anayasal kriz iddialarını yoğunlaştırır. Bir norm ne kadar gayri resmi ya da sosyal-geleneksel olursa, ihlalinin kriz yaratma suçlamalarına yol açma olasılığı da o kadar anlaşılır bir durumdur. Bu durum özellikle Donald Trump’a yönelik liberal eleştirilerin sıklıkla anayasalcı terimlerle – görünürde özel bir siyasi değeri olmayan terimlerle – ifade edildiği günümüz ABD’sinde geçerlidir. Bu konuda çok şey söylenebilir. Burada sadece ABD’li liberallerin Trump’a yönelik eleştirilerinin siyasi ya da toplumsal eleştiriden kaçınma eğilimi gösterdiğini söylemekle yetineceğim. Bu eleştiriler, (örneğin göçmenlerin, yasadışı göçmenler ile vatansız kişilerin insanlığına, güvenliğine ve onuruna ilişkin normları değil) uzun süredir devam eden adab-ı muaşeret ve parlamenter nezaket normlarını çiğneyen bir yürütmenin sözde tuhaflığı üzerine odaklanıyorlar.

Liberal siyaset gözlemcilerinin belirli anayasal ihlallerden, özellikle de resmi olarak kodifiye edilmemiş ön normlardan sapmalardan sık sık rahatsız olmaları muhtemeldir, çünkü bu tür ihlaller anayasal tasarı üzerindeki müzakerelerin prosedürel rasyonalite tarafından yönetilen kurumlar üretme eğiliminde olduğu ve bu tür kurumların siyasi antagonizmayı konsensüs ve uzlaşmaya doğru sınırlamaya veya yönlendirmeye hizmet ettiği kanaatini tehdit eder. Böyle bir görüşe göre, anayasal ihlaller, sadece siyasette değil, aynı zamanda uygun toplumsal biçimlerin ve hiyerarşilerin yeniden üretilmesinde de uygun sonuçları sağladığı varsayılan rasyonalitedeki bozulmalar veya kırılmalar olarak görülmelidir. Anayasal ihlallerin ciddiyetine ilişkin böyle bir değerlendirme ancak anayasal kurumların iletişimsel rasyonalite ve özneler arası karşılıklılığa yönelik ön taahhütler tarafından yönlendirilen müzakereci süreçlerin sonuçları olarak görülmesi halinde desteklenebilir. Aynı değerlendirmenin, anayasal kurumların toplumsal güçlerin yasal yoğunlaşması ya da süregelen toplumsal çatışma örüntülerinin olumsal, tartışmalı ve dinamik olarak üretilmiş sonuçları olduğu görüşünden hareketle yapılması da pek mümkün değildir.

Kapitalizmde krizin kurucu rolü ile anayasacılık pratiğinde krizin yeri arasında belirli bir eşbiçimlilik gözlemlenebilir. Gerçekten de kriz hali anayasacılığın düzenli, yinelenen ve kaçınılmaz bir yönüdür. Anayasal krize ilişkin ana akım söylemler, anayasal düzenlerin kendi koşullarında sorunsuz bir şekilde sürdürdükleri sosyal teloi’lere sahip olduklarını hayal etme eğilimindedir. Ancak anayasacılık homeostatik bir sosyal makine değildir; bir yönetim teknolojisidir. Rakip toplumsal oluşumlar arasındaki ilişkilerin belirli tarihsel-toplumsal koşullarda elde ettikleri “maddi yoğunlaşma” biçimidir.[5] Anayasacılık pratiğinin krizlerle dolu olduğunu keşfetmek bizi şaşırtmamalıdır, tıpkı artzamanlı olarak kalıcı bir toplumsal biçimin olmasını bekleyebileceğimiz gibi.


[1] Bu iddiayı daha önceki bir yazımda detaylandırmıştım. Bkz. “Constitutionalism: Appearance, Form, and Content”, Legal Formhttps://legalform.blog/2017/12/03/constitutionalism-appearance-form-and-content-rob-hunter/ adresinden erişilebilir.

[2] Sonja Buckel, “The Juridical Condensation of the Relations of Forces: Nicos Poulantzas and Law”, Alexander Gallas, Lars Bretthauer, John Kannankulam ve Ingo Stutzle (der.), Reading Poulantzas (London: Merlin Press, 2011) 154, 161.

[3] Umut Özsu, “Against Legal Fetishism”, Legal Formhttps://legalform.blog/2017/11/02/against-legal-fetishism-umut-ozsu-part-one/ (birinci bölüm) ve https://legalform.blog/2017/11/03/against-legal-fetishism-part-two-umut-ozsu/ (ikinci bölüm) adreslerinden erişilebilir.

[4] Nicos Poulantzas, State, Power, Socialism (London: Verso, 2014), 84, 85.

[5] Poulantzas, State, Power, Socialism, 128, 129.