Komünizm ve Haklar Üzerine (IV)

Komünizm ve Haklar Üzerine (IV)

Aralık 6, 2022 0

Costas Douzinas

Çev.: Yusuf Enes Karataş

Şu ana dek bulunabilen en eski Yunanca metin olan Anaksimandros’un fragmanlarında “ancak şeylerin ölümü kaçınılmaz olarak kökenlerinin bulunduğu yerde gerçekleşir, zira zamanın hükmüne göre yargılanırlar ve aidika’ları (kopuklukları, altüst oluşları ve adaletsizlikleri) için birbirlerine tazminat öderler (didonai diken)” diye yazar.[1] Heidegger, temel ontolojisini doğrulamak için bu fragmanı kullanır. Varlıkların münasip mevcudiyeti “bir süre oyalanmak”tır. Kendilerini sunduklarında kopuk (adikia) bir mevcudiyette bulunamazlar; aksine ötekiyle kaynaştırılırlar (Heidegger dike terimini eklem yeri veya birleşme anlamında kullanır). Ancak Varlık kendini varlıklar aleminde açığa vurdukça geri çekilir, kendini gizler ve varlığını kendine saklar. Bu açığa çıkarma/gizleme sürecinde, varlıklar yanlışa sürüklenir ve “tarih gözler önüne serilir… Varlıklar yanlışa sürüklenmeseydi kaderler birbirlerine bağlanmazdı: Tarih olmazdı.”[2] Adikia, Varlığın düzen dışılığıdır, açıklığına ya da oyalanmasına eşlik eden gizliliğidir.

Derrida, Specters of Marx metninde ontolojik bir yöntem benimser ve Heidegger’in okumasıyla paralel bir okuma yapar. Bununla birlikte Derrida, dike ve adikia’nın, pasifist birlikteliği ve özeni vurgulayan tek boyutlu yorumuna karşı çıkar. Derrida’ya göre adikia’nın merkeziliği yeniden tesis edilmelidir. Varlıkta kopukluk ve uyumsuzluk, varlıktan çok ötekiyle ve ölümle olan ilişkiyi dirilten bir altüst oluş vardır.[3]

Derrida’nın uyumsuz Varlığa dönüşü, kalıcı düzensizlik ve çatışmaya (adikia) bir tepki olarak dike’ye dair ontolojik bir düşünce geliştirmemize yardımcı olabilir. Bu müdahalenin ardından fragman şu şekilde açıklanabilir: “Arkaik bir adikia, uyumsuzluk ya da çatışma, Varlığın açığa çıkışını diriltir. Adikia’nın üstesinden gelmenin (dike) yayılımı (tisis) olan insanlık tarihinde varlığını sürdürür.” Bu altüst oluşu veya adaletsizliği yaratan nedir? Tazminat nasıl hesaplanır ve ödenir?[4]

Bu soruya verilen erken bir yanıt Antigone’da yer alan nefis koro şarkısı Ode On Man’de Sofokles tarafından verilir.

polla ta deina kouden anthropou deinoteron pelei (332).

Dünyanın her yerinde sayısız, korkunç harikalar (deina) dolaşmakta

ama hiçbiri insandan daha harika ve korkunç (deinoteron) değil.

Heidegger’in şarkıya ilişkin okuması; iktidarı, şiddeti ve çatışmayı tarihin merkezine yerleştirir. Anahtar kelime olan deinon’un iki anlamı vardır: Birincisi, insanın techne bilgisinde, sanatta ve hukukta kendini gösteren şiddetli ve yaratıcı gücüdür. İkincisi ise dike, ezici bir güç, insanlığın içine atıldığı ve mücadele etmek zorunda olduğu düzen ve yapıdır. Technedike’yle yüzleşir ve Varlığın düzenini şiddetli bir şekilde parçalar, dike’nin ezici muafiyetine karşı şiddetli poesiskullanır. Bu yüzleşmede insan artık evinde değildir ve hem ev hem de yabancı ifşa olur. İnsanlık yollar açar ve sınırlar koyar, yasalar ve kurumlar yaratır, karaya ve denize hâkim olur.[5] Techne ve logos, varlıkların çeşitliliğini ve insanlığın kendi tarihsel oluşunu tezahür ettirir.

Ancak dike, ezici düzen, hiçbir zaman tamamıyla alt edilemez. (Her işin altından kalkan ve her yerde bulunabilen) pantoporos insanı aporos’a (geçişsiz ve kaynaksız olan) geri fırlatır. Katastrof, güç ile ezici gücün, bilginin, sanatın ve amelin şiddetinin ve dünya düzeninin çatışmasında sıkışıp kalan insanlığın kaçınılmaz durumudur. Kalıcı felaket, her başarının arkasındaki ön koşul olarak pusuda bekler. Fragman buna adikia, altüst oluş, kopukluk veya adaletsizlik der. İnsanlık, ezici bir gücün ilkel dike üzerinde tatbik edilmesiyle açılan gedik üzerinde yükselir.[6]

Adikiadike’nin sebebi ve sonucudur. “Paylaştığımız, ait olduğumuz iptidai bir adaletsizlik” vardır. “Zamandan, ölçüden ve yasadan daha eski, eşitlik veya eşitsizlik adaletinin getirdiği hiçbir ölçüye sahip olmayan bir adaletsizlik.”[7] Egemen düzene karşı devrim militanlarını hazırlayan adaletsizlik duygusu, tarihin özgün yargısı ve kalıcı adikia’sının telafisidir. Bu altüst oluş, olası herhangi bir tazminin ötesindedir ve “zamanın hükmüne göre” tarihi başlatır. Adikia, hem techne ile dike arasındaki bitmeyen mücadele hem de ikisi arasındaki sınırdır, özgürlük ve zorunluluğu birbirinden ayıran şeydir.

Düşünme olarak techne ile doxa olarak dike arasındaki mücadele, felsefenin ve epistemik bilginin doğuşuna yol açtı. Aynı zamanda techne/dike karşıtlığı militan özneleri motive eder. Kreon’un inatçılığı (Hegel onun başarısına ve çıkmazına büyük saygı duyuyordu) ile Antigone’un meydan okuması ya da ate’si arasındaki çatışma işte böyledir:

Yeraltı tanrılarının yanında yaşayan Dike

öyle yasalar buyurmadı insanlara.

Bir ölümlünün emirleri, tanrıların hatasız

yazıya geçirilmemiş, değişmez yasalarından önemli olamaz

(agrapta kasphale theon nomima)[8]

Adikiatechne ve dike arasında süregiden ve düzen tesis eden bir mücadele olarak varlığını sürdürüyor. Politik, teorik ve öznel yönleri vardır. Politik biçimi, insan eyleminin dünya düzeniyle çağa özgü yüzleşmesidir. Felsefi yönü; adikia’nın, düzenin, özgürlüğün ve bunların dolaşıklığının çığır açan biçimlerini keşfeder – tıpkı Platon’un, zamanının doxa’sına karşı bir adalet teorisi arayışı gibi. Benzer şekilde, Marx’ın sınıf mücadelesini tanımlaması ve muzaffer kapitalizme karşı komünizm keşfi de kapitalizmin adikia’sına veya düzensizliğine karşı teorik yanıtlardı.

Son olarak, her bir adikia türü, kendisine direnen ve kendisini kökten dönüştüren özneleri harekete geçirerek kendi öznelliğini yaratır. Dike sancağını taşıyan Antigone, techne’yi temsil eden Prometheus asi öznelliğin adını koyar. Bu öznel tepki, adikia’nın çığır açıcı örnekleminden kaynaklanır. Kairos kontrolden çıktığında, duygulanımsal ve/veya rasyonel bir altüst oluş duygusu özneleri direnişe ve devrime teşvik eder. Direniş ve militanları bu nedenle birbirine bağlı iki biçim alır: Egemen altüst oluşun teorik keşfi ve ona direnmek veya onu düzeltmek için politik eylem. Prometheus’tan Michael Kolhaas ve Che Guevara’ya kadar tüm muhalifler ve devrimciler, adikia’nın doğurduğu düzensizlik duygusuna yanıt vermiştir. Tarih bu politika, teori ve radikal öznellik bileşimi içerisinde hareket eder.

Adalet teorisinin neden insan düşüncesinin en eski başarısızlığı olduğunu artık anlayabiliriz. Homeros, İncil ve Platon’dan bu yana, en parlak zihinler ve en ateşli kalpler adaleti tanımlamaya veya adil bir toplumun gerektirdiği koşulları hayal etmeye çalıştı. Başarısız oldular. Gerçekten de ardı ardına gelen ve sonu gelmeyen “adalet teorileri” bu sefil başarısızlığın bir dizi kabulüdür. Adalet ve adaletsizlik normatif yüklemler değil öznel motivasyonlardır. Adikia’nın sürekliliği, adaletin nerede olduğunu bilmeden, etrafımızın adaletsizlikle çevrili olduğu yönündeki ortak duygumuzu yaratır. Bu, adaletin paradoksudur: Adalet, belirsizlik ve ihtilafa bulanmışken adaletsizlik her daim net bir biçimde, içsel bir kanaat olarak ve aciliyet duygusuyla hissedilmiştir. Adaletsizliği karşılaştığımızda tanırız, gerçekliğini hissederiz. Bununla birlikte, ne zaman bir adalet teorisi uygulamaya konulsa kısa sürede başka bir adaletsizlik örneğine dönüşerek yozlaşır. Tatbik edilen adalet adaletsizliğe (adaletsizlik hissine) yol açar. Hayat adaletsizlikle başlar ve ona isyan eder, düşünce ise arkasından gelir.

Adalet ve adaletsizlik arasındaki diyalektik onların sentezine yol açmaz. Adaletsizlik, adaletin zıddı değildir; adaletsiz, adil olanın zıddı değildir; adaletsizliğe uğramak, adaletsizlik yapmanın mantıksal zıddı değildir.[9] Adikia, hem adalet ile adaletsizlik arasındaki boşluktur hem de bu ikisini birleştirmek için sonsuz ama imkânsız bir girişimdir. Sembolik düzenin bastırmaya çalıştığı ve üretken adalet teorilerinin (hayali) meşrulaştırmaya çalıştığı ve her seferinde başarısız olduğu şey budur. Bu bağlamda Gerçek, toplumsal bağın altüst oluşunu tayin eden adikia’nın isimlerinden biridir. Jean-Francois Lyotard’ın dediği gibi toplulukları ve hukuku kuran şey; bir kalıntı, “bağlantısız bir şey”[10] veya kontrolün ötesinde bir fay hattıdır. Bu, “sağlıklı olarak kabul edilen şeyde utanç verici bir hastalığın nüksetmesini ve yönetilemez olanın ‘varlığını’ ifşa eden”, “yabancıların medeni olmadığına ve bir şeylerin medeniliğe karşı olduğuna dair keskin ve muğlak hissiyat”ta karşılaşılan “bilinçsiz bir duygulanım”a benzer.[11]

Bu başa çıkılmaz adikia, art arda Tanrı ile dünya arasındaki kapanmaz uçurum, sınıf mücadelesi, ben-öteki ayrımı, dost/düşman karşıtlığı veya ölüm dürtüsü olarak adlandırılmıştır. Tüm bu adlandırmalarda, “gerçeğin, onu simgeselleştirmeye-bütünselleştirmeye yönelik başarısız girişimlerle kuşatılmış özü, kökten tarihsel değildir: Tarihin kendisi, bu garip özü kavramak, idrak etmek idrak etmek ve nitelemek için yapılan başarısız girişimler silsilesinden başka bir şey değildir.”[12] En bilinen eski adı ise adikia idi. 

Bu yazı ilk olarak 30 Kasım 2010’da Critical Legal Thinking’de İngilizce olarak yayınlanmıştır. 


[1] [Douzinas’ın orijinal metinde kullandığı İngilizce] çeviri; dikeadikia ve tisis (tazmin) gibi terimlerinin bolluğu ile fragmanın hem ontolojik hem de normatif karakterini vurgulayan bir dizi çeviriden alınan öğeleri birleştirmektedir. Nietzsche, erken dönem eseri Philosophy in the Tragic of the Greeks içinde şu tercümeyi yapar: “Şeylerin kökenleri neyden kaynaklanıyorsa ölümleri de bu sebepten kaynaklanır zira bir hayli ceza öderler ve adaletsizliklerinden dolayı zamanın hükmüne göre yargılanırlar.” Hermann Diels de şöyle çevirir: “Şeylerin ölümünün de kökenlerinin bulunduğu yerde gerçekleşmesi kaçınılmazdır zira pervasızlıkları nedeniyle birbirlerine nihai olarak belirli bir zamana göre tazminat ve ceza öderler.” (Fragment of Presocratics alıntılayan Heidegger op.cit. at 41). Son olarak J. M. Robinson da “var olan şeylerin ölümü de kaçınılmaz olarak meydana geldikleri şeylerde gerçekleşir zira zamanın hükmüne göre birbirlerine yaptıkları haksızlıkları telafi ederler” şeklinde çevirmiştir, An Introduction to Early Greek Philosophy (Boston: Houghton Mifflin, 1968), 34. Martin Heidegger ‘The Anaximander Fragment’ in Early Greek Thinking (D. F. Crell and F. Capuzzi transl.) (New York: Harper and Row, 1975) metninde çeşitli (yanlış) çevirilerin izini sürer. 

[2] Ibid. 41.

[3] Jacques Derrida, Spectres for Marx: The State of Debt, the Work of Mourning and the New International (New York, Routledge, 1994), 23-9.

[4] Jean-Francois Lyotard in Heidegger and the ‘jews’ (A. Michel and A. Roberts trans.) (Minneapolis, University of Minnesota Press, 1990); S. Ross, Injustice and Restitution: The Ordinance of Time (New York: State University of New York Press, 1993), 4. Heidegger’in metninin muazzam bir yorumu için ayrıca bkz. Jacques de Ville, ‘Rethinking of the notion of a “higher law”: Heidegger and Derrida on the Anaximander fragment’, 20 Law and Critique 59-78 (2009).

[5] Heidegger, Ode on Man’i Introduction to Metaphysics (R. Mannheim trans.) (New York, Doubleday Anchor, 1961), metninde tartışır.

[6] Ibid. 163.

[7] Stephen Ross, Injustice and Restitution (SUNY Press, 1993) 10.

[8] Bu pasajın çevirisi, Ari Çokona çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yayınlanan Antigone metninden alınmıştır. (ç.n.)

[9] “Adaletsiz olan budur. Adil olanın karşıtı değil, adil olan ve olmayan sorununun ortaya atılmasını ve gündemde kalmasını meneden şeydir”, Jean-Francois Lyotard, Just Gaming (W. Godzich trans. Manchester, Manchester University Press, 1985), 66-7. Derrida’nın adaleti “inşa edilemez”, “hesaplanamaz” ve koşulsuz olarak tanımlaması da aynı sonuca götürür. Adalet her daim gelmekte olandır ancak onun doğasını bilmiyoruz ve onun radikal başkalığını ilan etmenin yanı sıra teorize edemeyiz.

[10] J.-F. Lyotard, ‘A l’ Insy (Unbeknownst) in Miami Theory Collective ed. Community at Loose Ends, Minnesota University Press, 42-8, 46.

[11] ibid., 44,43.

[12] Slavoj Zizek, For they know not what they do (Verso, 2008) 101.