Judith Butler Aşırı Tepki Verdiğinizi Düşünüyor

Judith Butler Aşırı Tepki Verdiğinizi Düşünüyor

Mart 29, 2024 0

Röportaj: Jessica Bennett

Çeviri: Ezgi Duman – Gökçe Maraşlı

Düzelti: Dicle Demir

Toplumsal cinsiyet [gender] nasıl korkutucu bir kelime hâline geldi? Bu mesele üzerine konuşmamızı sağlayan teorisyenin bu soruya birkaç cevabı var.

Judith Butler’ın “Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?” adlı yeni kitabını okurken yaptığım ilk şey, yalnızca giriş kısmında 41 kez geçen “fantazma” [phantasm] kelimesinin anlamına bakmaktı. (Bu illüzyon manasına gelir; korku ve fanteziden kaynaklanan bir tehdit, “toplumsal cinsiyet fantazması”.)

Yaptığım ikinci şey ise başlıkla alakalı olarak biraz kıkırdamaktı, zira toplumsal cinsiyetten kim korkar sorusunun cevabı şuydu; şey, ben miyim acaba? On yılı aşkın süredir toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerine yazan ve bir zamanlar bu gazetenin “toplumsal cinsiyet editörü” unvanını taşıyan biri açısından bile bugün toplumsal cinsiyet hakkında konuşmak o kadar endişe verici, o kadar politikleşmiş, o kadar bir kelime savaşının içine düşmüş hissettirebiliyor ki tartışmak, hatta konuşmak bile imkansız görünüyor.

Pop yıldızına dönüşen kötü şöhretli ezoterik filozofun, toplumsal cinsiyetin modern dünyanın dört bir yanında (Rusya’da ulusal güvenliğe, Vatikan’a göre medeniyete, Amerikan geleneksel aile yapısına, bazı muhafazakarlara göre çocukların pedofili ve istismardan korunmasına karşı) bir tehdit olarak kuruluşunu parçalara ayırdığı, Butler’ın bu kitabının hedef kitlesi muhtemelen benim. Görünen o ki, tek kelimeyle “toplumsal cinsiyet”, insanları korkudan çıldırtacak gücü bünyesinde barındırır.

Butler’ın bu son kitabı, ilk ve en ünlü kitabı olan, “performans olarak cinsiyet” fikrini ana akım hâle getiren “Cinsiyet Belası”ndan otuz yılı aşkın bir süre sonra geldi. Anlaşılan o ki, o zamandan bu yana 15 kitap yazan Butler, bir kültür savaşı tüm şiddetiyle devam etse de asla bu konuya geri dönmeye niyetlenmemişti. Fakat sonrasında politik olan kişisel hâle geldi: Butler, 2017’de Brezilya’da konuşma yaparken fiziksel saldırıya uğradı ve “İdeolojiniz cehenneme” diye bağıran protestocular tarafından temsilî kuklası yakıldı.

(Bu sohbet, anlaşılır olması adına kısaltıldı ve düzenlendi.)

Fikirlerinizin bu kadar yaygın ve bu kadar endişe verici olacağı bir dünya göreceğinizi hiç düşünmüş müydünüz?

“Cinsiyet Belası”nı yazdığım zaman öğretim üyesiydim. Beş ders veriyordum, kimsenin okumayacağını düşündüğüm bu kitap üzerinde çalışmaya gayret ediyordum. Yine de sadece kendi adıma konuşmadığımı biliyordum; toplumsal cinsiyet meselesinin, her daim hoş karşılanmayabilecek yollarla anlaşılması için çabalayan başka insanlar; güçlü feministler, keza lezbiyen veya geyler de vardı. Ama bugün fikirlerimden korkan insanlar, beni okumayan insanlar. Başka bir ifadeyle, onların korktukları şeyin benim fikirlerim olduğunu düşünmüyorum. Başka bir şey buldular; neye inandığıma veya kim olduğuma dair bir tür fantezi.

Ve tabii ki karikatürize edilmiş olan sadece benim görüşlerim değil, daha geniş olarak toplumsal cinsiyet [gender] – toplumsal cinsiyet çalışmaları [gender studies], toplumsal cinsiyete odaklanan politikalar, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, toplumsal cinsiyet ve sağlık hizmetleri, içinde “toplumsal cinsiyet” olan her şey, en azından bazıları için bir tür dehşet verici ihtimal.

O hâlde… kim korkar toplumsal cinsiyetten?

Komik; bir arkadaşım var, queer bir teorisyen. Ona kitabın adını söyledim ve o da şöyle dedi: “Herkes! Herkes toplumsal cinsiyetten korkar!”

Benim için aşikâr olan şey şu; toplumsal cinsiyetin ne olduğuna – ne kadar yıkıcı ve ne kadar korkutucu olduğuna – dair birtakım gücün dolaşıma soktuğu bir dizi tuhaf fantezi var: Viktor Orban, Vladimir Putin, Giorgia Meloni, Rishi Sunak, Jair Bolsonaro, Javier Milei ve elbette Ron DeSantis, Donald Trump ve Oklahoma, Texas ve Wyoming gibi eyaletlerdeki pek çok ebeveyn ve topluluk, kitaplarda toplumsal cinsiyetin öğretilmesini veya toplumsal cinsiyete atıfta bulunulmasını yasaklayan yasaların geçmesi için uğraşıyorlar.

Belli ki bu insanlar toplumsal cinsiyetten çok korkuyorlar. Ona, aslında sahip olmadığını düşündüğüm bir güç aşılıyorlar. Fakat kendilerini “toplumsal cinsiyete karşı eleştirel [gender critical]” olarak adlandıran, trans-dışlayıcı ya da trans politikalarına karşı açık pozisyonlar almış feministler de öyle yapıyor.

Sizi bu konuya dönmeye iten şeyin ne olduğunu anlatabilir misiniz?

Demokrasinin geleceği konulu bir konferans için Brezilya’ya gidiyordum. Ve bana öncesinde, konuşma yapmam aleyhine dilekçeler verildiği ve toplumsal cinsiyetin “papisa”sı, yani kadın papası olduğum gerekçesiyle bana odaklanmaya karar verdikleri söylendi. Bu ayrıcalığa nasıl sahip olduğumdan pek emin değilim ancak belli ki sahiptim. Mekana erken vardım ve dışarıdaki kalabalığın sesini duyabiliyordum. Alenen antisemitik olduğunu hissettiğim; boynuzları olan, kırmızı gözlü ve şeytani bir görünüme sahip, canavarca bir resmimi yapmışlardı. Bir de bikiniliydi… Yani, bikini neden?

Fakat her halükarda, bir kukla temsilinde yanmıştım. Ve bu beni korkuttu. Daha sonra partnerim ve ben havaalanında, ülkeden ayrılırken, saldırıya uğradık: Bir kadın büyük bir troleyle üstüme geldi, pedofili ile ilgili bir şeyler bağırıyordu. Nedenini anlayamadım.

Bedenini sizinle saldırgan arasına atarak darbeler alan genç adama teşekkür ettiniz. Pedofili yakıştırmasını ilk kez mi duymuştunuz?

Yahudi felsefesi hakkında bir konuşma yapmıştım ve arka taraftan biri “Ellerinizi çocuklarımızdan çekin!” dedi. “Ne?” diye düşündüm. Sonradan anladım ki toplumsal cinsiyet karşıtı ideoloji [anti-gender ideology] akımının çalışma biçimi şu: Eşcinselliğe karşı tabuyu yıkarsanız, gey ve lezbiyen evliliğine izin verirseniz, cinsiyet değiştirmeye[1] izin verirseniz, o zaman ahlak yasalarını bir arada tutan tüm doğa kanunlarından uzaklaşmış olursunuz, ki bu da tabunun Pandora’nın kutusu olduğu anlamına gelir: Açıldığında tüm sapkınlıklar ortaya dökülecektir.

Sizinle röportaj yapmaya hazırlanıyorken Florida’daki “Gey Deme” anlaşmasıyla ilgili bir haber uyarısı aldım; buna göre okullar anaokulundan 8. sınıfa kadar L.G.B.T.Q. konularını öğretemeyecek, ancak bu konuların tartışılmasına müsaade edilecek. Bu tür dilin sınıflardan çıkarılmasına yönelik çabaların ardında, kelimelerin “gizlice yandaş toplayıcı ve tacizci” olarak algılanmasının yattığını yazıyorsunuz.

Toplumsal cinsiyet ya da eleştirel ırk teorisi ve hatta etnik çalışmalar öğretmek, sürekli “beyin yıkama” biçimleri olarak tanımlanmakta. Örneğin, beni pedofiliyi desteklemekle suçlayan kadın, çalışmamın ya da öğrettiklerimin bir “iğfal etme” veya “istismar etme” çabası olduğunu öne sürüyor.

Benim öğretmeye dair deneyimimde, insanlar her zaman birbirleriyle tartışıyor. Çok fazla çatışma var ve kaotik. Birçok şey oluyor, fakat beyin yıkama bunlardan biri değil.

Peki solda dilin çarpıtılmasına ne dersiniz?

Benim feminist, queer, trans-olumlayıcı politika anlayışım polislik yapmakla ilgili değil. Polis olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Ben polisten korkuyorum. Ama bence birçok insan dünyanın kontrolden çıkmış olduğunu hissediyor ve biraz kontrol uygulayabilecekleri bir alan varsa o da dil. Ve ahlakî söylem bu aşamada gündeme geliyor gibi görünüyor: Bana böyle hitap edin. Bu terimi kullanın. Bu dili kullanmayı kararlaştırdık. Gençlerin yaptıklarıyla ilgili en çok hoşuma giden şey deneysellik ve bu sadece gençler için geçerli değil, bana göre artık herkes genç. Denemeyi seviyorum. Hadi yeni bir dil bulalım. Hadi oynayalım. Hangi dilin hayatlarımız hakkında bizi daha iyi hissettirdiğini görelim. Ancak alışma sürecine biraz daha anlayış göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Biraz da kategoriler hakkında konuşmak istiyorum. Butch, queer, kadın, nonbinary gibi birçok kategoriye yerleştiniz fakat yine de bunlara şüpheyle baktığınızı söylediniz.

“Cinsiyet Belası”nı yazdığım sırada, toplumsal cinsiyetlerin bilindik erkek ve kadın ikiliğinin ötesinde çeşitlendiğini düşünebileceğimiz bir dünya için çağrıda bulunmuştum. Bu neye benzerdi? Nasıl olurdu? İnsanlar “nonbinary” olmaktan bahsetmeye başladıklarında, ben de öyleyim diye düşündüm. Mevcut kategoriler arasındaki o boşluğa yerleşmek için çabalıyordum.

Hala toplumsal cinsiyetin bir “performans” olduğuna inanıyor musunuz?

“Cinsiyet Belası” yayınlandıktan sonra trans topluluğundan bu kitapla ilgili problem yaşayanlar oldu. Ve gördüm ki benim “queer yaklaşım” olarak isimlendirilen yaklaşımım, ki kategorilere ilişkin biraz ironik bir yaklaşımdı, bazı insanlar için uygun değil. Onların kendi kategorilerine ihtiyaçları var, bu kategorilerin daha doğru olmasına ihtiyaçları var ve onlar için toplumsal cinsiyet kurulmuş veya performe edilen bir şey değil.

Herkes devingenlik istemez. Ve sanırım bunu artık göz önünde bulunduruyorum.

Fakat aynı zamanda, benim için performativite kim olduğumuzu, hem sosyal formasyonumuzu hem de bu sosyal formasyonla ne yaptığımızı ifade eder. Yani, benim işmarım: Onları hiç yoktan yaratmadım, bunu tarih boyunca yapan bir Yahudi halkı var. Sosyal, kültürel olarak kurulmuş bir şeyin içerisindeyim. Aynı zamanda bunun içinde kendi yolumu buldum. Benim savım her zaman hem şekillendiğimiz hem de kendimizi şekillendirdiğimiz yönünde ve bu yaşayan bir paradoks.

Toplumsal cinsiyeti bugün nasıl tanımlarsınız?

Oh, Tanrım. Sanırım toplumsal cinsiyet teorimi gözden geçirdim, ama bu kitabın konusu bu değil. “Toplumsal cinsiyet kimliği”nin, toplumsal cinsiyet kavramı ile kastettiğimiz şeyin tamamı olmadığını belirtmek isterim: Toplumsal cinsiyet kimliği, bir kümeye ait olan bir şey. Toplumsal cinsiyet aynı zamanda bir çerçevedir – hukukta, politikada, eşitsizliğin dünyada nasıl kurumsallaştığını düşünebilmek için oldukça önemli bir çerçeve.

Bu, akademik olmayan bir yayınevinden ilk kitabınız. Bu bilinçli bir karar mıydı?

Evet. İnsanlara ulaşmak istedim.

Bu komik zira fikirlerinizin birçoğu internet çağının kolay tüketilen içerikleri ile de olsa insanlara ulaşıyor. Örneğin “toplumsal cinsiyet drag’dir” [gender is a drag] tişörtlerini ya da “Kedilerle Judith Butler”ı düşünüyorum. Sizi okuduğunu iddia eden birçok insanın aslında sadece bir Instagram postundan alıntı okuduğunu düşünüyorum.

O kitabı okumadıkları için onları suçlayamam. Oldukça zordu. Ve bazı cümleler gerçekten bağışlanamaz. Umarım “Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten”de bunu yapmamışımdır.

Küresel düzeyde harekete geçen insanlarla daha önce hiç olmadığım kadar temasta olduğumu hissediyorum. Ve bu beni memnun ediyor.

Bu röportaj, 24 Mart 2024 tarihinde The New York Times gazetesinde “Judith Butler Thinks You’re Overreacting”başlığı ile yayınlanmıştır.

Ezgi Sarıtaş’a desteği için teşekkür ederiz. 


[1]               Metnin orijinalinde “if you allow sex reassignment” denmektedir. (ed. n.)