Zapatista Otonomisi: Eksik* Bir Deneyim mi? (III)

Zapatista Otonomisi: Eksik* Bir Deneyim mi? (III)

Ekim 9, 2022 0

Jérôme Baschet

Çev.: Yusuf Enes Karataş

Otonomi Eksik/Yok Edici Bir Süreç Mi?

Zapatista deneyiminde tanık olduğumuz otonomi perspektifi ile yakın zamanda formüle edilmiş eksiklik/yok ediş tezi arasındaki olası yakınlaşmaları, ikisi arasındaki bariz farklılıkların üzerini örtmeden, incelemeyi öneriyoruz.[1]Eksiklik/yok ediş ile iktidarı temelinden yoksun bırakmak ve onu işlevsiz kılmayı kastediyoruz; bu, aynı zamanda (yeni kurulmuş bir gücün ele geçirilmesini haklı çıkarmaya hizmet eden bir kurgu olan) kurucu iktidar hipotezine “hiçbir zaman kurulmuş bir iktidara dönüşmeyen” yok edici bir potansiyelle karşı çıkmayı da içerir.[2]

İlk olarak, neredeyse otuz yıldır günbegün süren direniş, Meksika devletini olduğu kadar, ekonomi dünyasının mantığını ve onun beraberinde getirdiği yıkımı da Zapatista topraklarında fiilen etkisiz hâle getirdi. Bunun somut olarak pratiğe dökülmüş ve ayrıca ender görülen bir eksiklik/yok ediş olduğu yadsınamaz. Hem devletin hem de ekonominin egemenliğini ortadan kaldırma ya da en azından zapt etme kabiliyeti, etkin bir yok edici potansiyelin tezahürü değil midir? Ek olarak, günümüzde otonom bir yapı inşa etmek başlı başına muhalif bir pratik olsa da eksiklik/yok ediş kavramı otonomi pratiğinin muhalif boyutunu vurgulamaktadır. Tersine, ikisini bir araya getirmek, eksikliğin tamamen olumsuz bir anlayış olduğu argümanının çürütülmesini sağlar. O hâlde cevabımız, söz konusu negatif boyuttan ne kaçınılması ne de bu boyutun gizlenmesi gerektiğidir zira bu, mücadeleyi soyutlama düzeyine yerleştirme riskini taşır: Kendisini, yıkım dünyasının yıkımı olarak kavramayan olası hiçbir kurtuluş biçimi yoktur. Son olarak ve en önemlisi, Zapatista otonomisi, yalnızca komünal yaşam biçimlerini güçlendirmenin ve yeniden icat etmenin bir yolu olduğu ölçüde eksik/yok edici bir deneyim olarak tanımlanabilir.

Ancak eksiltici/yok edici bir süreç, yalnızca neoliberal devletin ve habis kapitalizmin egemenliğini ortadan kaldırmayı amaçlamaz. Bu devam eden, olumlayıcı bir süreçtir. Benzer şekilde, otonomi gerçekten de kendisine zarar verebilecek her şeye karşı durmaksızın verilen bir mücadele olarak, devam eden bir eksiltme/yok etme sürecidir. Açıkça görülebileceği üzere, burada kavrandığı şekliyle otonomi, herhangi bir gerçek dönüşüm gerçekleşmeden önce bile yeni bir anayasa tasarlama fikrine saplanıp kalmaktan kaçınmamıza kapı aralar. Bu, birliğe dayalı soyut bir yaklaşıma sıkışmış bir devlet gibi düşünmenin en iyi örneğidir. Zapatistalar otonominin anayasasını yazmamıştır. Tersine, tüm pratik zorluklarına rağmen, bir kılavuz olarak hizmet edecek mevcut bir temel, bir metin olmadan ilerlemeyi tercih ettiler.[3] Onlara göre otonomi, herhangi bir kutsal metin tarafından (önceden) belirlenemeyen sürece dayalı bir politikadır: Anayasal fetişizm ile otonomi karşıt uçlardır.

Zapatista deneyiminin şaşırtıcı bir yanı, kolektif örgütlenmenin akışkan biçimlerini koruma kapasitesidir. Özerk hükümet organlarında olduğu kadar çeşitli faaliyet alanlarında (eğitim, sağlık, üretim vb.) da yol boyunca karşılaşılan zorluklara yanıt vermek ve yeni perspektifleri hesaba katmak için pratikleri sürekli olarak değiştirilmektedir.[4] Sabit yapılar yok, kurum fetişizmi yok. Bunun yerine; memnuniyetsizlik, hatalara karşı uyanıklık ve onları düzeltme dürtüsü ile beslenen bir türlü kalıcı tedirginlik vardır. Kısacası, deneyimin getirdiği zenginliği ve akışkanlığı korumak için vazgeçilmez olan “caminar preguntando” (sorgulayarak ilerlemek) adı verilen Zapatista ilkesine uygun bir biçimde ileriye doğru bir yol bulma sürecidir. Otonomi, kurumsal katılığın tam tersi olan, kolektif örgütlenme biçimlerini durmaksızın değiştiren ve aynı zamanda kendisine meydan okuyabilecek herhangi bir şeye karşı sürekli bir mücadeleye girişen bir süreçsellik politikasıdır.

Maestros’lardan birinin Escuelita’da söylediği gibi otonominin “sonu yoktur”. Bu sözler, süregiden deneyimlerinin eksikliklerine ve otonomiyi inşa etme usullerinin asla mükemmel ve eksiksiz kabul edilemeyeceğine dair sağlıklı bir farkındalığa işaret eder. Bu yaklaşım, bir gün amacına ulaştığını ve kusursuz olduğunu iddia edebilecek ideal bir toplum yaratma iddiasını reddeder. Süreçsel boyutun yanı sıra herhangi bir kurumsal gerçeklikte taşlaşma riskine karşı ve ayrı bir gücün kurulmasına karşı sürekli mücadele etmenin gerekliliği kabul edildiğinde otonomi gerçekten de özü itibarıyla sonu olmayan bir politikadır. Bu bakımdan, yalnızca iktidarı işlevsiz kılmak için çabalamakla kalmayan, aynı zamanda süreçselliğin kurumsallaşmış olanın sabit karakterine üstün gelmesi için yorulmadan mücadele eden eksiltici/yok edici bir süreçtir.

Otonomi deneyimi ile saf bir yok eksiltici/yok edici potansiyelin olumlanması arasında bazı farklılıklar vardır ve bu, devam eden kurumsuzlaştırma lehine herhangi bir yeniden kurumsallaştırma yöntemine karşı korunmayı gerektirir. Ancak kurum ile tam olarak ne kastedilmektedir? Böylesi çetrefilli bir soruyu çözdüğümüzü hiçbir şekilde iddia edemeyiz ancak birkaç fikir sunacağız. Kurumlara yönelik eleştiriler, gerçeği zorla stabilize eden ve yaşam biçimlerinin akışkanlığına müdahale eden; ayrı bir gücü sağlamlaştırmanın ve devlet tarafından mülksüzleştirmenin araçları olan sabit varlıkları hedefler. Bu şekilde tanımlanan kurumların; devlet dışı, sürece dayalı bir politika olduğunu söylediğimiz Zapatista otonomisi gibi bir pratikte yerlerinin olmadığını söylemeye gerek yok. Öte yandan, tüm bunlara rağmen, Zapatista deneyimi bizi, komünal bir varoluş biçiminin gelişmesi için ilgili herkes tarafından geliştirilen ve kabul edilen örgütlenmiş organlar ve kurallar gerektiğini kabul etmeye davet eder. Söz konusu organ ve kuralların birer kurum olduğu söylenebilir mi? Fani bir anlaşmanın konusu olmak gibi basit bir gerçek onlara bu kelimeye layık bir istikrar düzeyi sağlıyorsa bunu kabul etmekten başka bir seçeneğimiz yok. Ancak unutmayalım ki bunlar, yaşam biçimlerinin akışkanlığı içinde ve ayrışmamış bir kolektif potansiyelin elindedir. Dolayısıyla, kolektif potansiyelin mülksüzleştirilmesine ve boyun eğdirilmesine katkıda bulunan sabit varlıklar anlamında kaçınılmaz kurumlar olduklarına inanmak için hiçbir neden yoktur.

Geleneklere ve kurallara saygı her ne kadar toplu bir biçimde benimsenen yaşam tarzlarını desteklese de bunların herhangi bir zamanda değiştirilebileceğini ancak bu değişkenliğin kendisinin bir süreç olduğunu ve sabit, ex nihilo bir öz-tanımlama olmadığını ekleyelim. Hiçbir şey kurumsallaşmış bir sabitlik içerisinde değildir, ancak var olanı dönüştürmenin yolu, dönüştürülecek olanın harcıdır ve sonuç olarak onu değiştirme usulünü kısmen şekillendirir. Eksiltici/yok edici potansiyeli besleyen ve mümkün kılan şeyin yaşam biçimlerinin zenginliği olduğunu söylersek, tıpkı otonominin sonu olmadığı gibi, tamamlanmış eksiklik/yok ediş diye bir şeyin de olmadığı (muhtemelen bunu ilan etmek olanaksız olduğu için) söylenebilir. Bu nedenle, otonominin sonsuz süreçselliği ile ona karşı çıkan ve bir tehdit olarak oluşturabilecek olan arasındaki çözülmemiş gerilimden ya da eksiklik/yok ediş dürtüsü ile kolektif örgütlenme biçimlerine tahsis edilen rol arasındaki – esasında ortak bir tarihin ürünü olarak halihazırda var olan – çözülmemiş gerilimden kaçınmanın imkansızlığını kabul etmek akıllıca olacaktır.

Sonuç

Zapatista otonomisinin –tüm şiddetli tepki ve bunun gerektirdiği uzun vadeli direnme kapasitesi ile – Meksika devletinden tam bir kopuş olarak inşa edildiği için bir eksiklik/yok ediş deneyimi olarak görülmesi gerektiğini öne sürüyoruz. Aynı zamanda, Zapatista deneyimini yok etmeye çalışan ve ilerlemekte olan modernleşme/ticarileşme cephesinden ne gelirse gelsin savunulabilecek komünal, kendi kaderini tayin eden yaşam biçimlerinin genişletilmesine imkân vermesi bakımından bir eksiklik/yok ediş deneyimidir. Otonominin ilerlediği her yerde, piyasa mantığı kısmen bozulmuş ve Meksika devletinin kurumlarının girişine izin verilmemiştir: Yalnızca reddedildikleri için değil, kolektif bir öz-örgütlenme kapasitesi onları işlevsiz ve dolayısıyla işe yaramaz kıldığı için somut olarak eksiltildiler/yok edildiler. Kelimenin tanımına göre kurum olarak kabul edilebilecek özyönetim organlarını kullandığı için söz konusu süreç kesinlikle saf olmayan bir eksiklik/yok ediş sürecidir. Bu nedenle, söz konusu organların kurumsallaşmış olanın taşlaşmasından kaçındığını ve kendi kaderini tayin eden yaşam biçimlerini yaymak için birer araç olarak kaldığını kabul etmek de bir o kadar– hatta özellikle – önemlidir. Serge Quadruppani’nin bir zamanlar dediği gibi, saf olmayan ayaklanmalar çağındaysak eğer, bekleyebileceğimiz yegâne şey saf olmayan deneyimlerdir. Ayrıca otonomi deneyimi, bir kurumun eleştiriye en açık yönü olan ayrışmış bir iktidarın aracı olma özelliğinden temelde kaçınıyor da değildir. Otonomi, ayrışmış bir gücün yeniden tezahür etmesi anlamına gelen yeniden kurumsallaşma riskinden hiçbir zaman tamamen bağışık değildir ve bunun farkında olmak tehlikeden kaçınabilmek için çok önemlidir.

Bu nedenle, bir otonomi politikasının ne olduğunu ve böylece bu politikayı neyin tehdit ettiğini bir kez daha belirtmeyi faydalı buluyoruz. Otonomiyi devlet dışı bir politika olarak tanımlamak, sınırları ne kadar belirsiz olursa olsun – doğası gereği ayrıştırıcı tefviz kiplikleri üzerinden kolektifin potansiyelinin mülksüzleştiren ve iktidarı söz konusu potansiyel üzerinde yoğunlaştıran – devlet merkezli politika ile – ayrıştırıcı olmayan tefviz kiplikleri aracılığıyla bu kolektif potansiyeli, ayrışmış bir varlık tarafından el konulmaktan koruyan ve büyütmeye çalışan – devlet dışı politika biçimleri arasında bir ayrım yapmayı gerektirir. Bu şekilde bakıldığında, otonomi – yalnızca otonomi fikri ile devlet fikri birbirlerine karşıt oldukları için değil, otonomi, devlet benzeri bir ayrışmayı yeniden üretmeyi önlemeye yönelik pratik mekanizmaların uygulanmasını ima ettiği için – devletsiz bir politikadan fazlasıdır, kelimenin tam anlamıyla devlete karşı bir politikadır.

Otonominin, belirli bir bölgenin ayırt edici özellikleri ve bu özelliklerin benimsenme usullerinde tescil edilmiş yerleşik bir politika olduğunu da unutmayalım. İlgili toplulukların ve kolektiflerin özgül gerçekliği içinde yerelleştirilmesi, bu özgür gerçekliğe demir atması elzemdir. Buna rağmen, yerel bir boyutla ya da kısıtlayıcı bir yerellikle sınırlı değildir zira demir attığı spesifik noktadan diğer ufuklara ve bölgelerarası değişim ve koordinasyon biçimlerine açıktır.[5] Gerçekten de Zapatista isyancılarının deneyimi, boğucu yerelcilik ile soyut evrenselcilik arasındaki suni karşıtlıktan kurtulmanın mümkün olduğunu gösteriyor. “Birçok dünyanın sığabileceği bir dünya”yı çağırarak, küresel boyutun ancak yerel özgüllüklerden ve deneyimlerin çoğalmasından yola çıkılarak anlaşıldığı sürece anlamlı olduğu bir ufka işaret ederler. Zira otonomi yerleşik bir politika olduğu için kaçınılmaz olarak bir çokluk politikasıdır da.

Son olarak söylemeliyiz ki otonomi sadece politik terimlerle tanımlanamaz. Özyönetim pratiklerinin tatbik edilmesinin, münasip görülen öz-belirlenimli yaşam biçimlerini genişletmekten ayrılmaz olduğunu varsayar. Bu, devlet dışı politikaya duyulan ihtiyacın, herkesin, toplumsal tahakküm ilişkilerinin var olmadığı ve dünyayı yaşanabilir kılan dayanışma ağına hürmet gösterilen iyi ve onurlu bir yaşam olasılığını korumasına imkân tanıyan bir özgürleşme dürtüsüyle bağlantılı yani en geniş anlamıyla otonomiyi kavramanın tek yoludur.[6]

İngilizceden çevirdiğimiz metin, 8 Eylül 2022 tarihinde “Zapatista Autonomy: A Destituent Experiment?” başlığıyla Ill Will sitesinde yayınlanmıştır, İngilizce metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.

* İngilizce metinde destitutent kavramı çok anlamlı bir biçimde kullanılmış ve çeviri boyunca bu kullanıma sadık kalınmış olsa da başlığın çevirisinde estetik kaygılar gözetilerek eksik çevirisi tercih edilmiştir.


[1] Bkz. Agamben, Stasis; ve The Invisible Committee, To Our Friends. Otonomi ve eksiklik tezi aynı zamanda Marcello Tarí and Vicente Barbarroja, “Azufre rojo. El retorno de la Autonomía como estrategia,” in Marcello Tarì, Un comunismo más fuerte que la metropoli: La Autonomía italiana en la década de 1970, Traficantes de Sueños, 2016’da bir araya getirilmiştir.

[2] Giorgio Agamben, The Use of Bodies, trans. Adam Kosko, Stanford University Press, 2016, 268.

[3] “Bir kılavuzumuz yoktu, otonomiyi nasıl gerçek kılacağımızı bilmiyorduk. […] Bakacak, takip edecek bir kitabımız yoktu…” EZLN, Autonomous Government, Bk. 1. From The First-Grade Textbook for the Course: Freedom According to the Zapatistas, 44.

[4] “Yaptığımız her şey bir adım, işe yarayıp yaramadığını görmek lazım, işe yaramıyorsa değiştirmek gerekir.” EZLN, Autonomous Government, 54.

[5] Jérôme Baschet, BasculementsMondes émergents, possibles désirables, La Découverte, 2021.

[6] Dayanışma (diğerleriyle veya insan olmayan dünyayla) ile yaşam biçimlerinin kendi kaderini tayin etmesi olarak anlaşılan otonomi arasında bir karşıtlık yaratmak yerine, (egemenlik ve boyun eğmeyi reddeden yaderklik anlamına gelen) otonomiyi (başkalarıyla olan bağlarımızdan beslenmek, başkasının varlığımızın kurucu unsuru olması anlamına gelen) heterotrofi ile eklemleyen bir okuma için aşağıdaki metni öneriyoruz: Jérôme Baschet, “Conception relationnelle de la personne, communauté et autonomie politique,” Itinérances, ed. Josep Rafanell i Orra, Divergences.