Eleştirel Hukukçu Kafka (1): Yasanın Önünde

Eleştirel Hukukçu Kafka (1): Yasanın Önünde

Eylül 25, 2022 0

Ezgi Duman

“En çılgın halindeki bürokrasiyle travmatik bir karşılaşmadan daha ‘ilahi’ ne olabilir ki? Mesela bir bürokratın bize yasal olarak var olmadığımızı söylemesinden? Tanrı gibi bürokrasi de mutlak güce sahip, akıl sır ermez, değişken, her an her yerde görünmezdir. Kafka bürokrasi ile ilahi olan arasındaki bu derin bağın gayet bilincindeydi. (…) Metinleri bizim kısır seküler dünyamızda ilahi olanın arayışıyla yalnızca bu bağlamda meşgul olur- daha ne olmak gerekirse, sadece ilahi olanı aramakla kalmaz, onu devlet bürokrasisinde bulur.”

(Slavoj Žižek, Umutsuz Olma Cesareti- Tehlikeli Hareketlerle Geçen Bir Yılın Günlükleri, çev. Ilgın Yıldız.)

Başlarken; Mektup

Edgar Allan Poe’nun “Çalınan Mektup” isimli öyküsünde tam da apaçık ortada olduğu için bir türlü ortada olmayan, fazla apaçık olduğu için gizli bir mektup mevzubahistir. Hırsızın, Bakan D.’nin matematikçi olduğu kadar da şair olduğunu bir türlü farz etmeyen polis mektuba ulaşamaz. Ta ki “matematiksel aksiyomlar genel geçerliliği olan aksiyomlar değildir, mesela ilişkiler –şekilsel ve miktarsal- açısından doğru olan bir şey genellikle etik açıdan son derece yanlıştır”[1] diyen Dupon mektubu hırsızdan hırsızlayıp polise teslim edene kadar… Çoğunluğa uydurulmuş, yerleşik kanıların saçmalığını (que toute idée publique, toute convention reçue, est une sottise, car elle a convenu au plus grand nombre[2]), zira tekil hikâyelerin türlü türlü olabileceğini, bize çarpıcı bir şekilde anlatan bu hikâye –hem davet hem hüküm manasında- bir mahkeme celbinin de hikâyesini anlatmaz mı?  

Resmi kıyafetiyle postacı kapıyı çalar, gayet sarih bilgilerin -mesela duruşma gün ve saatinin, mahkeme bilgilerinin- yazılı olduğu bir mektup uzatır muhataba (veya şimdilerde bir kısa mesaj gelir telefona). Muhatap bu gayet belli çağrıya uyarak mahkemeye gider ve şaşaalı cübbesini giymiş yargıcın önüne çıkar. İsterse yine cübbe giymiş bir avukat bile tutabilir (yalnız Türkiye’de bir marango/öz hatası sebebiyle avukatı aşağılarda olacaktır), neticede savunma hakkı mevcuttur. Yargıç sorar, sanık cevaplar ve sonrası hüküm; belki beraat belki ceza veya tazminat. Postacı bu biricik kişiyi davet eder, yargıç tekil hikâyeyi iyi- kötü sorar, karar verilir. Davet, yargılama, karar, her şey ziyadesiyle aşikâr, ortada ve alenidir, aynı Poe’nun mektubu gibi. Fakat çalınmıştır, kendisine ulaşılamaz, aynı yasa gibi.

“Bize gösterilen yasaları tanımadığımız gibi bize yol gösterecek birileri de yok.”[3] Zira Yasa genel, soyut ve üsttedir; onunla göz göze bile gelmek imkânsızdır; bir tarihi yokmuş, bir menşei mevcutmuş ve tam da bu sebeple namevcutmuş gibi, zira mahfuz olan, bizzat kendini, menşeini, neşet ettiği mıntıkayı, “yasaların yasası”nı yasaklayarak celb eder Yasa. Ne Yasa’ya bizim mektubumuz ulaşır ne de Yasa bizi gerçekten farz eder, muhatap alır ve hakiki olarak davet eder. Hep bir cebire (belki de cebre) imrenmekten sebep çalınan mektup vakası, bakışımsızlık mevzu bahis. Biricik hikâyelerimizin yasaya dâhil olabileceğini farz etmek, yani o biricik vaka kapsamında adalet aramak bir nevi imkânsızın cazibesine kapılmaktır. 

Bize eğlendirecek şeyler arz etmeyen, bilakis hayatlarımızı çevreleyen mahremiyeti, imkansızı, bu çalınma, yok olma, ulaşamama ilişkisini göze sokan Kafka vaatler açısından değil belki fakat farkında olmak, olumsuzlama, eleştirme açısından en önde gelen figürlerdendir. Bir hukukçu olarak, hukukçu olmamış Kafka belki de en çok hukuku/yasayı deşifre etmiş, onun “müşfik ve bağışlayıcı”dan ziyade “korkunç ve tehditkâr”[4] olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Elias Canetti’ye kalırsa “bütün yazarlar arasında Kafka, iktidar mikrobunu hiçbir biçimde kapmamış tek kişiydi ve Tanrıyı babacanlığının son kalıntılarından da soymuştu.”[5] Tanrıyı ve bu bahisle ilahi veya değil yasayı babacanlığının son kalıntılarından soyma gayreti olarak yazılmış gibi görünen “Yasanın Önünde” hikâyesi de aşikâr olanın gizemini (veya gizemli olanın aşikârlığını), “saçma” olduğu kadar da tehditkâr olanı göze sokan Kafka metinlerinden. 

Yasa

Bundan belki 3-5 sene evvel bir arkadaşımla, sadece bir kişinin sığabileceği, aynı dik merdivenleri olan, eski, gürültülü ve bir türlü gelmeyen daracık asansöre ulaşmak için dar, labirentvari yerlerden geçmek zorunda kaldığımız bir binadaydık. Tesadüfen baro binasıydı burası. Yukarıya bir türlü çıkmayı başaramayınca arkadaşım dönüp demişti “ne kadar da kafkaesk bir bina”. İlk başta dediğini anlamamıştım. Sonra düşündükçe ve Kafka’ya tesadüf ettikçe fark ettim. Nihayetinde ve bir şekilde binanın en üst katındaki konferans salonuna çıkabilmemizi saymazsak bu bina ziyadesiyle kafkaeskti, hususiyetle de “Yasanın Önünde” hikâyesini düşünürsek… Zira Jacques Derrida’nın da okuduğu yerden, bu hikâyede mekân, yüksekte, yasanın yüksekte oluşu, yani “yüceliği” ve bu bahisle ulaşılmaz oluşu, “ilahi” olanla yasanın ilişkisi temel meselelerden. 

Hikâye şöyle başlar: “Yasanın önünde bir bekçi var”[6]önündeyse celp edilmiş bir köylü. İçeri girmeyi talep ediyor, ancak bekçi köylüye fiziki herhangi bir şiddet uygulamaksızın ve daha da mühimi kapıyı kapatmaksızın, hatta “olabilir” diyerek yasadan içeri köylünün girmesine engel oluyor. Kürk mantosu içerisinde, kocaman sivri burunlu, uzun seyrek siyah Tatar sakallı bekçi baştan söylüyor: “‘Seni bu kadar çok cezbediyorsa, yasaklamama rağmen içeriye girmeyi dene. Yalnız unutma: ben güçlüyüm. Ve ben sadece en aşağı basamaktaki bekçiyim. Her salonda bir bekçi durur. Üçüncü bekçinin bakışına ben bile katlanamam.’”[7] Bekçi yukarıda duruyor ve üstüne üstlük yıllar içerisinde, köylü kapı önünde bekledikçe aralarındaki yükseklik farkı da gittikçe artıyor.

Tam da bu yükseklik farkı sebebiyle, tekil insanın önüne çıktığı imtiyazlı/üstün muktedirin yasası tehdit edici bir yüksekliğe/aşkın bir konuma yerleşmiş olduğundandır ki Yasa gizli, kayıtsız, dâhil olunamaz, hatta temas edilemezdir ve haliyle aradığınız kişiye ulaşılması mümkün değildir. Herhangi bir tekil hikâyeye indirgenemeyecek, tarihin, sınıfların üzerinde, aşkınmışçasına duran, duruyormuş gibi yapan, menşei belirsiz, kim ya da ne olduğu, nereden buyruklarını savurduğu bilin(e)memesi lazım gelen, bizzat kendisi yasaklanmış olan Yasa’nın önündeki köylünün mektubu bu yüzden çalınmıştır. Beyanı, mesela “mavi kimlikli olabilirim fakat ben bir trans kadınım”, “savaştan kaçtım, mülteciyim, beni geri göndermeyin” ve bizzat o hak kendisine muhteva itibariyle kayıtlı olsa dahi “bu benim hakkım” gibi beyanlar Yasa’nın çok da umurunda değildir. Zira “‘Yasa’nın önünde’ ifadesi, ‘yasanın huzurunda’’ anlamına geliyor görünse bile, deyim yerindeyse bizzat yasa asla huzurda değil. Bu yüzden adam, onunla hiç yüz yüze gelmeden yasanın önünde; yasanın önünde olabilse de, bu yüzden asla onunla yüzleşmez.”[8]

Nihayetinde ve Walter Benjamin’e atıfla; köprü altında sabahlamak herkes için eşit bir biçimde yasaktır, fakat köprü altında sabahlamaya ihtiyacı olanlar genelde yoksullardır.

Terk

Yasa önünde bekletilen aynı zamanda kendi “rıza”sıyla bekleyen köylüye, hukuk öznesine erteleme/différance[9],“özgür irade”yle tahakkümün paradoksal mıntıkasında tesadüf edilir. Haliyle yasanın önündeki insan hem bir hukuk öznesi, zira yasanın önüne çıkmış ve fakat aynı zamanda yasanın dışında, yani yasadışı. Hikâyenin başında ne diyordu bekçi: “Olabilir”, “fakat şimdi değil”. Kaldı ki yasanın kapısı da her zamanki gibi açık. Hikâyedeki köylünün başına gelenler “özgür” bir mıntıkada vuku bulmakta. Ancak bu “özgürlük” sahibinin çoktan unutup gittiği bir oltaya takılmış çırpınan balığın özgürlüğü gibi. Bu “fakat şimdi değil”in, terk edilmenin ve eşikte bekletilmenin, yasa önünde olmanın, Dava’da “suç”unu veya Şato’da Şato’yu arayıp duran K.’nın “özgürlüğü” gibi. Plaza De Mayo ve Cumartesi Anneleri’nin “özgürlüğü” gibi… Adalet mi? “Olabilir”, “fakat şimdi değil”…

Buradan hareketle Agamben homo saceri, dışlayarak içleneni (veya içlenerek dışlananı) izah ederken Kafka’ya müracaat ediyor.  Köylü dışarda bırakılıyor fakat esasen bırakılıyor. Kast edilen dışlama, içleyerek dışlama, zira yasasızlık ya da “istisna” alanında tamamen dışarıya çıkarmak, itmek değil, dışarıda bekletmek ya da terk etmek mevzubahis. Bu mıntıkadaki, yani yasadışı/yasaklı olan kişi eşikte hukuk tarafından terk edilmekte ve bu bahisle tehdit edilmekte olandır. Haliyle yasaklı kimse hâlihazırda hukukun içindedir, daha doğrusu eşiktedir de. Eşikteki kişinin “hukuk düzeninin dışında mı yoksa içinde mi olduğunu söylemek tam anlamıyla imkânsızdır. Bu açıdan bakıldığında, egemenliğin paradoksu şu şekle girebiliyor: ‘Hiçbir şey hukukun dışında değildir’. Hukukun hayat ile kurduğu ilk ilişki, geçerli olma değil; terk etme ilişkisidir.”[10] Bir başka ifadeyle köprü altında yatanlar veya yatmak zorunda olanlar, yani bazılarının köprü altında yatma zorunluluğu yasa tarafından terk edilmiş ve yasaklanmıştır.

Yasa önündeki köylü bu terk edilmişliği yıllar yıllarca tecrübe eder. Hukuk kendisine bir şey emretmez; kapı sonuna kadar açıktı. Ancak zaten içinde olduğunuz yere giremezsiniz; dışarı da çıkamazsınız, zaten, çoktan dışardasınız. İşte Giorgio Agamben buna nomosun orijinal yapısı veya Gerschom Scholem’e atıfla “hiçbir şey olarak vahiy”[11] diyor. Neticede bu yine de bir vahiy ve mühim olan yürürlükte olması, gerisi saçmalık da olabilir. Mesela bir gece karşınıza sırtını bu vahye dayamış bir polis memuru çıkar ve “burada Allah da benim kul da benim, yasa da benim” diyebilir. “Hiçbir şey olarak vahiy”de sıkça müracaat edilen “kamu güvenliği”, “zorunluluk hâli” ve hatta “iyi ahlak” bunu gerektirebilir. Neticede Yasa, taaa yukarlarda. 

Bitirirken: Kapı

Başlarda şöyle yazmıştım: Biricik hikâyelerimizin yasaya dâhil olabileceğini farz etmek, yani o biricik vaka kapsamında adalet aramak bir nevi imkânsızın cazibesine kapılmaktır. Ancak bu cazibeye kapılırız, kapılalım da, hele de hukukçuysak veya haklar ve özgürlüklere ihtiyacımız varsa. Fakat ne olup bittiğini, “saçmalığı” bilerek ve bu ayartıyı, mektubun hep çalınmış ve çalınacak olduğunu bilerek, deşifre ederek, buna rağmen ve diğer taraftan bir nevi Dupon gibi çalınan mektubu bir kez daha çalarak kapılmak işleri değiştirebilir, süregideni yerinden biraz olsun oynatabilir.

Bu noktada yine Kafka devreye girer. Yasa’nın önünde bir “kapı” mevzu bahis. Kafka umutsuzdur evet, genelde mahrumiyetin ve imkânsızlığın izahını arz eder okuyucuya ve fakat aynı zamanda, öyle okuyası olana umutla da olsa beklemenin, mütemadiyen bekleyerek umut etmenin, yani oltada çırpınmanın, sıkışıp kalmanın anlamsızlığını anlatır. Umuda mı beklemeye mi odaklanacağız, hangisinden (yoksa ikisinden de mi) vazgeçeceğiz, bu bize, okuyucuya, yani Yasa’nın önündeki köylülere kalır. Ancak Kafka yapacağını yapar, kapıyı kapat(tır)ır. Belki yine olumsuzlama yoluyla, kafkaesk evrenden umutsuzluğun da umudun da kapıyı kapatmakla alakalı olduğunu gösterir: Hikâyenin sonunda köylü geç de olsa muvaffak olur, içeri giremez ancak zaten meselenin içeri girmek olmadığını fark eder ve ettirir. Kapı kapanır. 


[1] Edgar Allan Poe, “Çalınan Mektup”, Bütün Hikâyeleri, çev. Dost Körpe, İthaki Yay., İstanbul, 2019, s. 605. 

[2] “Her yerleşik kanı muhtemelen saçmadır, çünkü çoğunluğa uydurulmuştur.” A.g.e., s. 604, 960.

[3] Sâdık Hidâyet, “Kafkanın Mesajı”, Hidâyetname, haz. ve çev. Mehmet Kanar, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2021, s. 148. 

[4] Bu görüşler için bkz. Hidâyet, s. 156.

[5] Elias Canetti, İnsanın Taşrası, çev. Ahmet Cemal, Sel Yay., İstanbul 2015, s. 147.

[6] Franz Kafka, “Yasanın Önünde”, Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler,  çev. Gülperi Sert, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2019, s. 77.

[7] A.g.e., s. 77.

Hikâye şöyle neticelenir:

“(Köylünün) Fazla ömrü kalmamıştır. Ölmeden önce geçen yıllar boyunca edindiği deneyimler, o güne kadar bekçiye sormadığı bir soruyu oluşturur kafasında. Bekçiye eliyle işaret eder, çünkü beli bükülmüştür, doğrulması imkânsızdır. Bekçi onunla konuşmak için iyice ona doğru eğilmek zorunda kalır, çünkü aralarındaki boy farkı yıllar içinde bekçinin lehine değişmiştir. ‘Daha ne bilmek istiyorsun?’ diye sorar bekçi. ‘Hiç doymak bilmiyorsun.’ ‘Herkes yasaya ulaşmaya çalışır,’ der adam, ‘Nasıl olur da aradan geçen bunca yıl boyunca benim dışımda hiçkimse içeriye girmek için izin istemez?’ Bekçi admın ömrünün sonuna geldiğinin farkındadır, kulakları iyi duymadığı için adamla bağırarak konuşur: ‘Buradan geçmek için hiç kimse izin alamaz, çünkü bu giriş sadece senin için belirlendi. Şimdi gidiyor ve onu kapatıyorum.’” Kafka, “Yasanın Önünde”, s. 78.

[8] Jacques Derrida, Edebiyat Edimleri, çev. Mukadder Erkan- Ali Utku, Otonom Yay., İstanbul, 2010, s. 216, 219.

[9] Bkz. Jacques Derrida, “Différance”,  çev. Önay Sözer, Toplum ve Bilim, Jacques Derrida Özel Sayısı, S. 10, İstanbul, 1999.

[10] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan- Egemen İktidar ve Çıplak Hayat,  çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2017, s.41.

[11] A.g.e., s. 67.