Eleştirel Hukukçu Kafka (2): Siyasi İlahiyat, İlahi Yasa

 Eleştirel Hukukçu Kafka (2): Siyasi İlahiyat, İlahi Yasa

Ekim 27, 2022 0

Ezgi Duman

“(…) Âlemler hâkiminin hükmü çıktığında, cürmünden mahcup biri ayakta dikilecek ve kâinata dehşet saçarcasına hâkime şöyle diyecektir: J’en Appelle (Bunu temyiz ediyorum). ‘Bu kelamda yıldızlar söner’. Mahkeme-i Kübra fikrine göre ise davası namütenahi nihaidir: effroyablement sans appel (temyizi olmayan korkunçlukta). ‘Sen benim mahkememden kalkıp da kimin nezdinde temyiz ediyorsun?’ diye sorar Hâkim İsa Mesih ve müthiş bir sükût içinde mahkûm cevap verir: J’en appelle de ta justice à ta glorie (Adaletini şanında temyiz ediyorum).”

(Carl Schmitt, Roma Katolikliği ve Politik Form, çev. Gültekin Yıldız.)

“Hepimiz Tanrı kaldık, kimse mutluyum demesin”

(Edip Cansever, “Tragedyalar I”, Sonrası Kalır I)

Giriş:

Slavoj Žižek “Şiddet” kitabının giriş bölümünde Adorno’nun yanıldığını, Auschwitz’den sonra düzyazı değil, bilakis şiir yazılabileceğini söyler. Ona göre gerçekçi düzyazı o atmosferi anlatamaz. Ancak şiirsel bir çağrışımla kampa yaklaşabiliriz. Neticede konu anmak, anıştırmak, iz ve bu bahisle -bolca da sarf edilse- sözler, orada kifayetsiz kalacak. Oysa şiir ve/veya şiirvari olan geldiğinde, Borges’in “şiirin dokunuşu” veya “özel ürpertisi” dediği şey gelir. Tam kamptan veya kampvari yerlerden yayılan hayaletlere göre bir iş. Tam Kafka’ya göre bir iş. Zira bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi ve Blanchot’dan ilhamla; Kafka güzellemenin değil olumsuzlamanın yazarı. Kamp da sadece acı vakaların yaşandığı bir yer olarak değil, bugünkü muadilleriyle beraber “haksızlık” ve de “hukuksuzluk”luğun/ “yasal yasasızlığ”ın timsali. 

Yasayla gerçek insanların, yasa önündeki köylünün hikâyesi arasındaki bakışımsızlığı duymak isteyen kulaklara gayet sarih bir şekilde anlatan Kafka yasal yasasızlık mıntıkasını, yani şu meşhur istisna hâlini de sıkça duyurur. Zaten bunlar birbiriyle iç içe geçmiş meseleler ve “Yasa Önünde” hikâyesi de evvela “Dava”nın bir cüzü olarak ortaya çıkar, daha sonraları ayrı bir hikâye metni oluşur. “Dava”da bu hikâye insanların dayanma sınırının ötesinde büyüklüğe sahip bir katedralde güçlü ve talimli sesiyle K. ya tanışmaksızın “Josef K.” diye seslenen Rahip tarafından anlatılır. Rahibin “Yasanın Önündeki” köylüye dair olduğu gibi K.’nın başına musallat olanlara, “Dava”sına dair de malumatı vardır. Zaten rahip nihayetinde kendisinin de mahkemeden olduğunu dile getirecektir. Bu sadece her şeyden malumat meselesi de değildir. “Görevli”ler aynı zamanda her şeyi yapabilenlerdir, yasaya rağmen değil, (askıdaki) yasadan aldıkları yetkiye dayanarak… 

Kadir-i Mutlaklık

Bu bağlantı noktaları yine bir önceki yazıda bahsettiğim hiçbir şey olarak vahiy mevzusunu ister istemez akla getiriyor: Nihayetinde “hiçbir şey olarak vahiy” ve bu bahisle her şey olarak vahiy… Kadir-i mutlaklık… Hani şu “egemen, mutlak ve sınırsız iktidar”… Leviathan(’lar)… 

Bu ifadelerin, tanımlamaların geçmişi anlatırken kullanılan nostaljik ifadeler olarak kalmadığını pek çok düşünür ortaya koydu. Nazi Kamplarından, Guantanamo’ya, mülteci kamplarına ve cümle hayatlarımıza ve kadir-i mutlak siyasi iktidarların üzerimizdeki tesirine dair tartışmalar yapıldı, yapılıyor. Hukukun sınırlayıcılığının, yani kendi zeminin anayasalardaki ve sözleşmelerdeki tüm o ilgili maddelere rağmen nasıl bizatihi kendisi tarafından bertaraf edilebildiğine dair kanıtlar bir hayli çoğaldı. Führer öncesinin liberal hukukuyla, Schmitt’in “Führer hukuku korur”[1] derken bahsini ettiği hukuk birbirinin arka sureti. Weimar Cumhuriyeti’nin o meşhur anayasa hükmü sebebiyle başına gelenlerin istisnai olmadığı, fakat istisnai olanın egemenliğin alametifarikası olduğu daha sarih bir şekilde ortaya çıktı. Kadir-i mutlaklık… Hani şu “egemen, mutlak ve sınırsız iktidar”… Neoleviathanlar… 

Nihayetinde “siyaset, hukuk, sosyallik sözcüklerinin içleri, dünyaya nereden bakılıyorsa ya da nereden bakıldığı sanılıyorsa oradan doldurulur. Aşkın iradenin her şeyi belirlediğine inan kişi için sosyalliğin, hukuki ve siyasi olanın başlangıcı –totemik dinlerden çoktanrılı, sonra tek tanrılı dinlere, bir yönüyle modern tabii hukukçu anlayışa uzanarak- dinî olacaktır.”[2] Schmitt’in de “Siyasi İlahiyat”ta belirttiği üzere; Modern devlete ve haliyle onun hukukuna dair kuramlar esasen ilahiyat kavramlarının modern devlet teorisine aktartılmasıyla tezahür etmiştir. Bir geçiş vardır fakat bu kadir-i mutlak tanrı fikrinden kadir-i mutlak kanun koyucu fikrine doğrudur. Mutlak vahiy ve/veya hiçbir şey olarak vahiy yine orada ve her yerdedir. 

İstisnailik

Yalnız nasıl ki tanrının bir de mucizesi mevzu bahisse, kadir-i mutlak yasanın da illa ki mucizesi, yani olağanüstü hâli mevzu bahistir ve Schmitt’in dediği gibi; bu mucize/“olağanüstü hâl devlet otoritesinin özünü en net şekilde ortaya koyar.”[3] Buradan çıkan bir netice de şu olsa gerek; devlet otoritesi yasayla, yasa koymakla değil, her şeyden evvel yasayı askıya almakla ilişkili. Yani yasa tayin eden olduğu kadar kendini fes eden de. İşte burada tekrardan Kafkaesk evrende bulmak ve bulunmak kaçınılmaz olur. Olumsuzlamanın, boşluğun yazarı Kafka yasayla uğraştığı için askıya alınışıyla, esasında bindiği dalı kesme işiyle uğraşır. Rahibin şaşalı bir katedralde aynı Yasa’nın kapısı gibi kişiye, K.’ya özel vaaz verirken “Yasanın Önünde” parabolünü araya sokuşturması boşuna değil. Joseph K. Yasa’nın önünde ve fakat hiçbir yasanın işlemediği bir yerde suçunu arayıp durur.  Mutlak vahiy orada; Schmitt’in “Roma Katolikliği ve Politik Form” üzerine yazılarında dünyevi hukuk ilmiyle değil, başka bir şeyle, aynı zamanda bir marango/öz olan “İsa Mesih’in zatı”yla alakalı gördüğü Yasa orada, yukarıda…

İşte Dava’da “hukukun hayatın tamamıyla birlikte emilmesi”[4]yle, istisna hâliyle bariz şekilde karşı karşıyayız. Burada “yasa unutulmuşluk içinde gelip geçen yaşamı pusuda beklemektedir. Ansızın saldırır. Uyarı mı, tehlike mi, ne olduğu belli olmayan bir işareti de vardır yanında. Ama her hâlükârda mahkûm eder. Çünkü kimse ilamı alamaz.”[5]Resmi makamlar, devlet görevlileri daima haklıdır. Keyfiyetle, her an işleme konulabilecek dosyalar, her an atfedilebilecek suçlar (belki TCK 301, belki 216/1) orada hazır ve nazır bekler. Bir bakmışsınız tamamen “anlamsız”/ “saçma” şekilde mahkeme önündesiniz. “Allah da benim kul da” diyen bir polis sizi alıp götürüyor. Neticede mühim olan anlam ve haliyle anlamsızlık değil, yürürlük; yasa yürürlükte ve mühim olan da bu. 

Roman şöyle başlar: “Biri Josej K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı.”[6] Gerçekten de biri K.’ya iftira atmış olabilir. Veya -hiç hacet yok- kamu güvenliği Josef K.’nın tutuklanmasını tek başına gerektirmiş olabilir. Yaşamı pusuda bekleyen yasanın içerisinde illa ki o anlamla tıka basa dolu ve fakat anlamsız “kamu güvenliği ve düzeni” ve benzeri muğlak ifadeler (“zorunluluk hâli”, “tehlike hâli”, AİHS madde 15’deki “savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâli”…) hazır. Bu ifadeler, hayatın hukuku emmesinin vasıtaları olarak, icracıları hukuki kesinlik ve haliyle sınırlayıcılık zemininden uzaklaştırır. Artık burada vaziyete, “kişiye göre” bolca anlamlandırma, yani keyfiyet zuhur eder. K. gibi dilekçe yazmaya çalışıp dursanız da, avukatlara da koşsanız, savcıyla da görüşseniz “ve fakat kamu güvenliği” diyebilirler ve işte kamu hukuku orada nihayete erer. Adeta Mahkeme-i Kübra önüne çıkmışsınız gibi temyiz hakkınız bile yoktur veya olsa da yoktur. Siyasi İlahiyat veya İlahi Yasa…

Hayaletsilik

Olimpiya Garajı’nda da bir takım tutuklamalar vardı. (Hem filmde[7] hem gerçekte.) Filmde Maria Fabian Arjantin’deki askerî diktatörlük rejimine[8] karşı yürüttüğü faaliyetleri sebebiyle “gözaltı”na alınır. Ancak bu “istisnai” bir gözaltıdır, zira Maria ve benzer alıkonulan kişiler bir yargı kararını, savcılık talimatını geçelim, herhangi bir resmî kayıt/tutanak dahi olmadan, polis mi asker mi sivil mi anlaşılamayan kişilerce ve karakol gibi (değil gibi) Olimpiya Garajı diye bir mekâna götürülürler. 

Olimpiya Garajı’nda olup bitenlere dair, esas dikkat çekici kısım dışardaki yakınların asla alıkonulanların kaydına ulaşamaması olur. Yani ne icraat, ne fail ne mağdur ortada, var ve fakat yok, adeta bir hayalet gibi. Tüm bu hayaletimsi vuku buluş içerisinde polis(imsi) şahıslardan, yani işkence faillerinden biri daha önceden Maria’nın aynı evde kaldığı kiracısı Felix ve Felix Maria’ya âşık. Felix ve konumu, eyledikleri o kadar müphem, boş ve fakat bir o kadar dolu ki Maria’yı bazı işkencelerden kurtarır, hatta “kural”lara aykırı şekilde Garaj’ın dışına bile çıkartır. Ne de olsa O her şeye kadirdir ve orada Olimpo Garajı’nda ya da analoglarında her şeyi yapabilir, tıpkı Dava’daki rahip, K.’yı tutuklamaya gelen görevliler ve cümle görevliler gibi…

 Burada ve Dava’da (esasen Şato’da da) karşımıza çıkan hususi/radikal bir rejimin buna göre hareket eden “kolluk kuvvetleri” değil, “kolluk kuvveti” denen “resmî” görevlilerin müşterek hasleti. Benjamin’e göre bu müştereklik kolluğun istisna hâliyle, yani hukukla olan ilişkisinden neşet eder. Düzenleyici işlemlerle hukuk yaratma yetkisini elinde bulunduran kolluk, hukuku korurken yeni amaçlar belirlememe şeklinde ifade edilen sınırlamadan muaftır. Haliyle kadir-i mutlak yasa koyucu, hayaletimsi kolluk kuvveti, bir başka ifadeyle, tanrısal referansla, o referansa dayanarak zuhur etmekte olan hayaletimsi mevcudiyet arası, Benjamin’in, “hayaletimsi karışım” diye ifade etmiş olduğu, hukuk ve hukukun askıya alınmasıyla kurucu ve koruyucu şiddet arasındaki muğlak ilişkiyi en bariz görebileceğimiz yer kolluk kuvvetlerinin mıntıkası. Benjamin devamla şöyle yazar:

 “Aslında kolluk gücünün ‘hukuku’, devletin her ne olursa olsun ulaşmaya çalıştığı ampirik amaçlarını, belki çaresizlikten, belki her hukuk düzenindeki iç bağlantılardan dolayı, artık hukuk düzeni yoluyla güvence altına alamadığı noktayı ifade eder. […] Kolluk gücünün şiddeti, medeni devletlerdeki hayatında, ele gelmez, her tarafa yayılmış hayaletimsi varlığında olduğu gibi, biçimsizdir.” [9]

Tam da polise dair bu izah edişin bir neticesi olarak polis yasanın gücünün her yerde her zaman varlığını sürdürdüğü her yerde kolluğun da hayaletimsi varlığı zuhur eder. Her şeye musallat olma ehliyeti olan polis olmadığı yerde bile aslında var.

Bitirirken:

Yalnız yine Kafka’nın işaret ettiği gibi, son günden de sonrası vardır. “Gerçek olağanüstü hâl” diye bir şey de vardır. 

“Führer hukuku korur” fakat Benjamin’in bir biyoloğa atıfla ifade ettiği gibi, “homo sapiens”in tarihi yeryüzündeki organik hayatın tarihi içerisinde ancak 24 saatlik bir günün, ancak son iki saniyesi, “uygar insan”ın tarihi de ancak ve ancak son saatin, son saniyesinin beşte birini kapsayabilir. Geçmişten günümüze Führerlerin tarihini hesaplamak belki mümkün bile değildir. 

Hal böyleyken biz yine de Şato’daki K. Gibi hakkımızı aramaya devam edelim. Belki buluruz belki bulamayız fakat en azından yolda oluruz. 


[1] Bzk. Carl Schmitt, Hukuki Düşüncenin Üç Türü, çev. Toros Güneş Esgün, Pinhan Yay., İstanbul , 2021, s. 85 ve devamı.

[2] Cemal Bali Akal, Hukuk Nedir?, Dost Kitabevi Yay., Ankara, 2017, s. 119.

[3] Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat- Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, çev. A. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi, Ankara, 2016, s. 21.

[4] Cemal Bali Akal, Hukuk Nedir?, Dost Kitabevi Yay., Ankara, 2017, s. 123.

[5] Sâdık Hidâyet, “Kafkanın Mesajı”, Hidâyetname, haz. ve çev. Mehmet Kanar, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2021, s. 182.

[6] Franz Kafka, Dava,  çev. Ahmet Cemal, Can Yay., İstanbul, 2013, s.19.

[7] Garage Olimpo, Yönetmen: Marco Bechıs, Senaryo: Marco Bechıs – Lara Fremder, Oyuncular: Dominique Sanda- Antonella Costa- Carlos Echeverrıa, İtalya- Arjantin- Fransa, 1999.

[8] 1976-1983 yılları arasında süren askeri diktatörlük rejimi altında baskı mekanizmaları kurumsallaşmış ve insan hakları ihlalleri bu mekanizmalar vasıtasıyla ziyadesiyle yayılmış, sistematikleşmişti. Söz konusu filmde de görülen “gözaltında kaybetme” olarak nitelenebilecek vakalar bu ihlallerin içerisinde en önde gelenler. Yaklaşık 30.000 kişi bu sırada kaybedildi. Bkz. Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma- Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, İletişim Yay., İstanbul, 2016, s. 217, 218.

[9] Walter Benjamin, “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”,  çev. Ece Göztepe, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Haz. Aykut Çelebi, Metis Yay., İstanbul, 2010, s. 29.