Latin Amerika’da Sol Dalga ve Bazı Uluslararası Beklentiler

Latin Amerika’da Sol Dalga ve Bazı Uluslararası Beklentiler

Ocak 17, 2023 0

Gönenç Hacaloğlu

Yıllardır bize, artık, “tarihin sonu” anlamına gelen “saf ve sert bir kapitalizme” dönüldüğünden söz ediliyordu. Oysa, küreselleşmiş neoliberalizm koşullarında “alternatifsiz” olduğu söylenen – müzminleşmiş bir krizle malul – sistemin kriz yönetimi politikaları çöküş halindedir. Serbest pazarın sosyal sorunları çözüp demokrasiyi kökleştireceğine dair saçma efsanenin çökmesi için de sadece birkaç yıl yetti…

(Samir Amin, Liberal Virüs, çev. Fikret Başkaya)

Başlangıç       

21. Yüzyılın ilk yılları, bugün geri dönüp bakıldığında kapitalist küreselleşme karşıtları için oldukça önemli yıllardı. 1999’da Venezuela’da Chavez’in iktidara gelmesiyle başlayan “birinci pembe dalga”[1] ilerleyen yıllarda tüm Latin Amerika’yı etkisi altına alarak genişleyecekti. İlk on sene içerisinde Latin Amerika’nın büyük bir bölümü kırmızıya çalanından soluk rengine dek pembeye bürünmüştü. En geniş anlamıyla solu temsilen iktidara gelen hükümetler ve devlet başkanları Latin Amerika’nın topraksız köylülerinin, yerli haklarının ve yoksul halk kitlelerinin önemli desteğini kazanmıştı. 

Aynı seneler, Latin Amerika, kapitalist küreselleşmenin en önemli simgesi haline gelmiş Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na karşı alternatif küreselleşme yanlılarını ve sol hareketleri yan yana getiren Dünya Sosyal Forumu’na (DSF) ev sahipliği yapıyordu. Lula’nın PT’si (İşçi Partisi) ile özdeşlemiş Porto Allegre’de halklar hep bir ağızdan “başka bir dünyanın mümkünlüğünü” haykırıyordu. Forumlara ev sahipliği yapan Venezuela ve Brezilya’nın devlet başkanları Chavez ve Lula iki farklı “pembe rengi” temsil etmelerine rağmen forumlarda ateşli konuşmalarla ortak eşitlik taleplerini dillendiriyordu, “Küresel Güney için eşitlik!” 

Bu sol dalga dünya çapında öyle bir umut yaratmıştı ki pek çok önemli sol teorisyen bu örnekleri “21. Yüzyıl Sosyalizmi” olarak adlandırmakta hiç beis görmüyordu. Ne yazık ki beklenen olmadı. Gelecek on yıl içinde Latin Amerika’nın pembe rengi merkez sağından faşistine mavi-gri renk ile yer değiştirdi. Kamu kaynaklarının tasfiyesiyle neoliberal saldırganlık, neoliberalizmin laboratuvarı olan Latin Amerika’da yeniden hız kazandı. İçinde bulunduğumuz yeni on yıl, Latin Amerika halklarının bu saldırganlığa yeniden dur dediği bir dönem oluyor.

Yeni Sol Dalga

Sırasıyla 2018’de Meksika’da Obrador, 2019’da Arjantin’de Fernández, 2020’de Bolivya’da Arce iktidar oldu. Ancak Latin Amerika’nın yeni bir sol dalga ile anılmasını sağlayan gelişmeler 2020’nin ardından başladı. Peru’da yoksul ve köylü bir aileden gelen öğretmen ve sendika lideri Pedro Castillo 2021’in Nisan ayında seçimleri kazandı. Aynı senenin Aralık ayında eski öğrenci lideri Gabriel Boric, geniş bir sol cephenin adayı olarak zafer kazandı. Yine tanınmış öğrenci lideri Camila Vallejo, Şili Komünist Partisi’ni temsilen hükümet sekreteri oldu. Belki de en beklenmeyeni Kolombiya’da 2022 Haziranı’nda gerçekleşti. Eski M-19 gerillası Gustavo Petro, ismi büyük olasılıkla Gramsci’den ilhamla konulmuş “tarihsel blok” adlı sol cephenin adayı olarak seçimleri kazandı ve göreve başladı. Beklenmeyen, Petro’nun göreve başlayabilmesiydi. Öyle ki kontrgerilla organizasyonlarının ve paramiliter çetelerin devlet içinde aktif olarak var oldukları Kolombiya’da daha seçim sürecinde çok sayıda Petro yanlısı öldürülmüş, bazı generaller Petro’nun seçimleri kazanmasının darbe sebebi olacağını söylemişti.[2] Son olarak ABD yanlısı bir kumpas ile hapis yatan Lula da Silva, bu kez daha geniş bir cephe ile 2022 Ekim ayında Brezilya’nın yeniden lideri oldu. Böylece “ikinci pembe dalganın” son halkası hem de ilkinin en sembolik isimlerinden Lula ile tamamlanmış (şimdilik) oldu.

Tüm bu solcu hükümetlere geleneksel Latin Amerika solunu – sosyalist Küba, Bolivarcı Venezuela ve Sandinist Nikaragua – eklediğimizde yer yer kızıla çalan pespembe bir Latin Amerika haritası karşımıza çıkıyor. Elbette tüm dünyaya umut veren bu gelişmeleri değerlendirirken temkinli olmakta fayda var. Temkinin ilk sebebi, Latin Amerika’nın bir darbeler coğrafyası olması. Peru devlet başkanı Castillo daha geçen ay bir “kendi kendine darbe” ve darbe sürecinin hemen ardından hapse girdi, Castillo yanlılarıyla kolluk güçleri arasında çatışmalar sürüyor. Geçtiğimiz günlerde ise Brezilya’da ucunda ABD’nin ve seçimlerin hemen ardından ABD’ye giden faşist lider Bolsanaro’nun parmağının olduğu tahmin edilen cılız bir darbe girişimi yaşandı. Lula hükümeti kısa sürede kontrolü sağladı. Temkinli olma gereğinin ikinci sebebi ise ilk pembe dalganın başarısızlığının tüm dünyada yarattığı hayal kırıklığı. Üstelik bu sefer liderlerin sosyal reform vaatleri birinci sol dalgaya nazaran daha ürkek, değişimin daha yavaş adımlarla gerçekleşmesi amaçlanıyor. Boratav Hoca’nın söylediği gibi “ikinci Pembe Dalga, Latin Amerika’yı yirmi yıl önce etkileyen “sol firtına” ile karşılaştırılırsa ılımlı ve uzlaşmacıdır. Kıta, yeni bir durgunluk dönemine girmiş; sol rejimler arasında ekonomik dayanışmanın nesnel tabanı zayıflamıştır. ABD’nin olası yaptırımları sosyalist programlardan uzak durmayı telkin etmektedir.”[3]

Temkinli olma haline rağmen umut vadeden bu gelişmeler küresel ve bölgesel çapta birtakım uluslararası gelişmeye zemin hazırlayacak gibi görünüyor. Uluslararası hukukun yerleşik bir hukuk olmaktan öte bir “süreç” olduğu dikkate alınacak olursa bölgesel çapta yaşanan önemli bir değişimin uluslararası hukuka dair mevcut uygulamaları değiştirmesi işten bile değil. Bu bağlamda olası bazı gelişmeleri sıralamaya çalıştım.

Birkaç Bölgesel ve Uluslararası Beklenti

  1. Ortak bir sömürge tarihini paylaşan Latin Amerika ülkeleri için uluslararası bir birlik oluşturma her zaman gündemde olsa da gerçek anlamda güçlü bir bölgesel birlik hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Bu bağlamda literatürde modern dönemdeki birlik girişimleri üç ana dönemle değerlendirilmektedir: Birincisi 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan alt bölgesel örgütler, ikincisi 90’lı yıllarda neoliberalizmin etkisiyle devletleri küresel piyasalarla uyumlulaştırmayı ve ortak pazar yaratmayı hedefleyen girişimler (MERCOSUR-Güney Amerika Ortak Pazarı gibi) ve sonuncusu 2000’li yıllarda ilk pembe dalga ile ortaya çıkan “neoliberal tahribat ve krizler sonrası karşı-hegemonik post-neoliberal bölgesel bütünleşmelerdir.”[4] İlk pembe dalgayla ortaya çıkan bu bütünleşmeler (ALBA-Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak ve UNASUR-Güney Amerika Uluslar Birliği gibi) çoğunlukla tüm Latin Amerika’yı kapsamasa da ABD hegemonyası karşıtı bir bölgesel bütünleşmeyi hedeflemiştir. İlk pembe dalganın sona ermesinin ardından bu girişimlerin zayıfladığı söylenmelidir. Yine de Jose Marti ve Simon Bolivar gibi bağımsızlıkçı tarihsel figürlerin birlik düşlerinin etkilerinin sürmekte olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Latin Amerika’daki yeni sol dalganın birlik girişimlerini güçlendireceğini söylemek mümkündür. Bunda özellikle Latin Amerika sol hareketlerinin yaslandıkları güçlü anti-emperyalist geleneğin etkili olacağı söylenebilir. Pekâlâ, güney komşularını sürekli yaptırımlarla tehdit eden, darbeler yaptıran, sağcı liderleri açıkça destekleyen bir ortak düşman olarak Kuzey Amerika’nın varlığı sol rüzgârların estiği bu ülke halklarını ve liderlerini birbirlerine yaklaştırmaktadır. Geçmişte ABD’nin desteklediği sağcı hükümetlerin bölgenin geleneksel sol iktidarlarına ve bu ülke halklarına yönelik düşmanlaştırıcı tutumu birlik girişimlerinin de önüne geçiyordu. Somut bir örnek olarak ABD’nin arka bahçesi gibi kullandığı Kolombiya’da sağcı hükümetlerin Venezuela’ya dönük geleneksel düşmanlığı ve darbe girişimlerini – Guaido’yu Kolombiya açıkça desteklemişti – körüklemeleri geleneksel bir politika halini almıştı. Hatta Venezuela ile ilişkileri normalleştirme vaadinde bulunan Petro seçim dönemi boyunca bu nedenle hedef gösterildi. Petro’nun Kolombiya’da devlet başkanı olmasının ardından Maduro Petro’yu kutlamak için vakit kaybetmedi. Petro, 6 sene sonra ilk defa resmi bir ziyaretle Venezuela’yı ziyaret etti ve iki lider iki halkın ve bütün Latin Amerika’nın birliği yönünde ortak mesajlar verdi.[5] Yine Şili, Kolombiya ve Brezilya seçimlerinin ardından kıtadaki solcu hükümetler birbirlerini kutlar ve birlik mesajları verirken Lula’nın Brezilya seçimlerini kazanmasının ardından Petro, tüm solcu hükümetleri gösteren bir harita paylaştı. Özetle, Latin Amerika’da bugün ABD’ye karşı yeniden bir karşı-hegemonya tesisini içerecek bir bütünleşme havasının olduğu aşikâr. Elbette bu her zaman olduğu gibi bugün de ABD’nin yaptırım tehditleri altında şekillenecek. Ancak bugün tek kutuplu dünyanın sonu ve çok kutupluluk tartışmalarında Latin Amerika’daki güncel durumun da belirleyici olacağını hesaba katmak gerek.
  1. Yukarıdaki maddeyle de bağlantılı olarak bir diğer mesele Küba’ya yönelik uygulanan bütünüyle uluslararası hukuka aykırı ve tarihin en uzun süreli ablukası. Küba’ya, devrimin gerçekleştiği 1959 yılından bu yana ABD tarafından uluslararası hukuka göre uygulanma şartları oluşmamış, hukuk tanımayan bir abluka ve ambargo uygulanmakta, Küba ekonomisi ve Küba halkı bu ağır yaptırımlardan etkilenmektedir. Özellikle Clinton döneminda kabul edilen Helms-Burton Kanunu[6] ile ABD’nin iç hukuk kurallarınca da bir çerçeve kazanmış olan bu yaptırımlar, Küba ile ticaret yapan şirketlere ABD’de dava açılmasından Küba’ya yardım gönderen insanlara para cezası verilmesine dek Küba’ya her türlü para girişini engellemeyi hedefleyen akıl dışı uygulamalardan oluşmaktadır. Pandemi döneminde Küba’nın ihtiyaç duyduğu medikal malzemelerin Küba’ya ulaştırılması yine abluka sebebiyle engellenmiş, salgınla mücadele etmek için Küba’nın kendi geliştirdiği aşıların dünyaya dağıtılması ve hatta Küba’nın doktor taburlarının başka ülkelere gitmesi engellenmiştir. Küba halkının sağlıklı yaşam koşullarına sahip olması için gerekli gıda ve ilaç dâhil her türlü mal ve paranın Küba’ya erişimini engelleyen bu utanç verici abluka her sene BM Genel Kurulu’nda oylanmakta ve oy kullanan devletlerin ezici bir çoğunluğu yaptırımların kaldırılması yönünde oy kullanmaktadır. 1992 yılından beri BM Genel Kurulu’nda yaptırımların kaldırılması yönünde oy kullanan Brezilya, Bolsanaro’nun iktidara gelmesinin hemen ardından 2019 yılında 187 ülkenin yaptırımların kaldırılmasını istediği oylamada ABD ve İsrail ile birlikte ret oyu kullanan üç ülkeden biri olmuştu.[7] Şüphesiz faşist Bolsonaro hükümetinin bu utanç verici hamlesi, Brezilya halkı adına yetki kullanan bir hükümet temsilcisinin kardeş Küba halkının açlık ve sefalete sürüklenmek istenmesine onay vermesi anlamına geliyordu. Brezilya’nın kıtanın en büyük devleti olması sebebiyle de bu tutum Küba için oldukça olumsuz bir durumdu. Lula’nın yeniden seçilmesinin ardından ona açık bir mektup kaleme alan Boaventura de Sousa Santos, Lula’nın “Venezuela’nın izolasyonu ve Küba’ya karşı utanç verici ambargonun sona erdirilmesi konusunda güvenilir bir arabulucu” olacağını yazdı.[8] Küba devlet başkanı Miguel Diaz-Canel, yayınladığı mesajlarla Lula’nın serbest bırakılmasından seçimleri kazanmasına ve darbe girişimini bastırmasına kadar tüm kritik anlarda Lula’nın ve Brezilya halkının yanında olduğunu gösterdi. Gerçekten de mevcut sol dalga hükümetlerinin başta Küba olmak üzere Latin Amerika’nın geleneksel soluna karşı düşmanca dış politika hamlelerine karşı set olması ve dayanışması beklenebilir.
  1. Bir diğer başlığı ise siyasal şiddet, barış görüşmeleri ve geçmişle yüzleşme oluşturuyor. Bilindiği gibi Latin Amerika, siyasi yelpazenin en sağından en soluna tüm siyasi hareketlerin şiddet ve zoru siyasetin doğal bir parçası olarak kullandığı bir coğrafya.[9] Devrimci hareketlerden uyuşturucu kartellerine, paramiliter çetelere ve bunlara karşı öz savunma hareketleri olarak örgütlenen topraksız köylülere ve yerli gruplara varıncaya kadar siyasal şiddet Latin Amerika siyasetinde her zaman var olmuştur. Mevcut sol dalgadan önce yapılan bir dizi barış görüşmesi gündemi ve literatürü epeyce meşgul etmişti. En sembolik olanı Kolombiya hükümeti ile FARC arasında yapılan görüşmelerdi. Üzülerek belirtmek gerekir ki dünyanın en uzun silahlı çatışmasına son verdiği için eski başkan Santos’a Nobel Barış Ödülü verilmesine kadar uzanan bu barış antlaşmasının sonuçları beklendiği gibi olmadı. Görüşmeler süresince ve sonrasında binden fazla sendikacı, eylemci, insan hakları savunucusu, topraksız köylü paramiliter çetelerce hedef alınarak katledildi.[10] Bu cinayetlerin FARC’ın silah bıraktığı bölgelerde yoğunlaşması, buradaki boşluğu paramiliter çetelerin doldurduğu yorumlarının yapılmasına neden oldu. Şüphesiz görüşmeler devam ederken aşırı sağcı Ivan Duque’nin 2018’de başkan seçilmesi de bu süreci oldukça olumsuz etkiledi. Seçim süreci boyunca kendisi de eski bir gerilla olan Petro’nun en büyük vaatlerinden biri “düşmanı ortadan kaldırma odaklı güvenlik anlayışını dönüştüreceğini, eşitlik temelli bir yaklaşımla güvenlik sorununu çözmeye çalışacağını” söyleyen, aynı zamanda topraksız köylüler için toprak reformu ve cinayetler için hakikat komisyonu öngören bir barış süreci yürüteceğini belirtmesiydi.[11] Bu vaat FARC silah bıraktıktan sonra ardılı olarak kurulan Comunes tarafından da savunuldu ve Petro seçimde aktif olarak Comunes tarafından desteklendi. Bugün Petro hükümeti ve en büyüğü ELN olan bir dizi silahlı örgüt zaman zaman aksayan bir barış görüşmesi gerçekleştiriyor. Sonuçlarının FARC örneğindeki gibi olumsuz mu olacağı yoksa Kolombiya’da eşitlik temelli bir barışa öncülük mü edeceği henüz belirsiz. Ancak ortaya çıkacak sonuçların benzeri süreçler yaşayan tüm ülkeler için örnek teşkil edeceği açık. Bu aynı zamanda barış görüşmelerinde arabulucu olan devletlerin sorumluluklarının belirlenmesi için de önemli bir süreç olacaktır. Aynı barış görüşmeleri gibi “hakikat komisyonu” da Latin Amerika’ya yabancı bir kavram değil. Özellikle darbe dönemlerinde işlenen cinayetlerin aydınlatılması ve kayıpların bulunması için verilen toplumsal mücadeleler – örnek olarak Arjantin’de Plaza de Mayo Anneleri – oldukça önemli. Daha önce Arjantin ve Şili’de bu konuda atılmış adımlar ve önemli deneyimler var. Şili’de Boric’in kurduğu kabinede Pinochet darbesiyle devrilen sosyalist lider Allende’nin torunu Maya Fernandez’in savunma bakanı olması[12] gibi sembolik gelişmeler de geçmişle yüzleşme deneyiminin devam edeceğinin göstergesi.
  1. Değerlendirmenin son başlığını ise kamusal haklar ve insan hakları oluşturuyor. İkinci sol dalganın başlamasında pandemi dönemi neoliberal politikaların başarısızlığının iyice ortaya çıkmış olması şüphesiz önemli bir etkendi. İktidara gelen tüm sol liderler seçim vaatlerinde neoliberalizme karşı yeniden kamucu politikaları gündeme getirerek yoksul halk sınıflarının desteğini kazandılar. Bu durum, halkların haklarının ve kamucu anlayışların neoliberalizmin tüm dünyada sorgulandığı bir dönemde yeniden gündeme gelmesi için tarihi bir fırsattır da. Mevcut anlayışın yaygınlaşması, Batılı norm ve değerlerden türemiş olan, özel mülkiyeti kutsayan egemen insan hakları anlayışının karşısında ufku kapitalizmin sınırlarını aşan bir insan hakları kavrayışının gelişimini sağlayabilir. Misal eğitimin, sağlığın, barınmanın, ulaşımın ve daha nice temel hakkın parasız sağlanmasının bir zorunluluk olduğunu vazeden bir insan hakları bildirgesinin kaleme alınması neden akıl dışı olsun? Bu kamucu anlayışın çeşitli bölgesel ve uluslararası mahkeme içtihatlarıyla desteklenmesi de aynı şekilde. Demokrasi ve insan hakları retoriğinin Batı tarafından neoliberalizmle uyumlu bir şekilde Üçüncü Dünya’nın yeni sömürgecilik süreçlerine dâhil edilmesinde nasıl kullanıldığını en iyi bilenler Latin Amerika halkları. Ve neoliberalizme dur diyen bu halkların tüm dünya halklarının gerçek eşitliğini vurgulayan hak belgeleri – anayasal ve uluslararası düzeyde – kaleme almamaları için hiçbir sebep yok.  Benzer biçimde doğanın haklarını kabul eden ancak yine hâkim olandan farklı olarak Batılı beyaz aktivizminden değil Amazon yerlilerinden öğrenen, doğayı insanın yalnızca bir parçası olarak içinde yaşadığı, kenti emeğin dolaşım mekânı olarak kavrayan ekolojik bir anlayışın Latin Amerika’dan çıkarak tüm dünya halklarına örnek teşkil etmesi hayal değildir. 

Bu beklentiler sadece temenni olarak da kalabilir. Yeni sol dalganın sonucu ilki gibi başarısızlık ve umutsuzluk da olabilir. Kapitalizmin esnek bir biçime sahip olduğunu ve neoliberal dönem sona erse bile “solu” da içerecek biçimde kendini yenileme olasılığı olduğunu biliyoruz. Ancak aynı şekilde bugün Latin Amerika’da milyonlarca insanın kamucu ve sol politikalara yönelmiş olduklarına şahit oluyoruz. Her halükârda umutsuz olmak için ne kadar sebep varsa umutlu olmak için de bir o kadar sebebimiz var. Sonuç ne olursa olsun önümüzdeki dönemde de ezilen dünya halklarının gözü ve kulağı kıtadaki gelişmelerde olmaya, kalpleri Latin Amerika halklarınınkilerle atmaya devam edecek. 


[1] “Bilindiği gibi pembe dalga; yelpazede sosyal demokrasinin solunda yer alan, radikal güçlerin başını çektiği, ama egemen düzenin güç ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirme perspektifine de sahip olmayan bir akım anlamında kullanılıyor.” 

Kozanoğlu, Hayri. (2022), Latin Amerika’da İkinci Pembe Dalga Yükselirkenhttps://www.birgun.net/haber/latin-amerika-da-ikinci-pembe-dalga-yukselirken-397249

[2] Güner, Ogan. (2022) Kolombiya’da Hiç Kimselerin İkinci Şansı, Bilim ve Gelecek, Sayı: 224, s. 26.

[3] Boratav, Korkut. (2023) Latin Oligarşisi ve Pembe-Kızıl Dalgalarhttps://www.birgun.net/haber/yazi-dizisi-latin-amerika-da-esen-sol-ruzgar-ne-anlatiyor-417144

[4] Özmen, Yaşar Pınar. (2022) Latin Amerika’da Siyasi Birlik Düşüncesinin Dünü ve Bugünü, Novus Orbis, 4 (2), s. 142.

[5] https://peoplesdispatch.org/2022/11/01/gustavo-petro-and-nicolas-maduro-hold-historic-meeting-in-caracas/

[6] Helms-Burton Act, https://1997-2001.state.gov/regions/wha/cuba/helms-burton-act.html

[7] https://news.un.org/en/story/2019/11/1050891

[8] Santos, Bouventura de Sousa (2023) Başkan Lula da Silva’ya Açık Mektup, çev. Emrah Denizhan https://elestirelhukuk.com/ceviri/baskan-lula-da-silvaya-acik-mektup/

[9] Ayrıca belirtme ihtiyacı duyarım ki bu değerlendirme, “siyasal alanda şiddetin bulunmadığı” anlayışıyla, demokratik siyaseti temsili demokrasiye indirgeme kolaycılığıyla yazılmamıştır. Yalnızca somut durumun tahlili yapılmaya çalışılmaktadır.

[10] Tutkal, Serhat. (2022) Kolombiya Barış Süreci’nin Düşündürdüklerihttps://blog.insanhaklariokulu.org/kolombiya-baris-surecinin-dusundurdukleri/#_ftn1

[11] Tutkal, Serhat. (2022) Kolombiya tarihinde ilk kez solun adayı başkanlık seçimini kazanabilirhttps://kisadalga.net/yazar/kolombiya-tarihinde-ilk-kez-solun-adayi-baskanlik-secimini-kazanabilir_31691

[12] https://latinamericanpost.com/39722-salvador-allende-s-granddaughter-and-other-surprises-from-boric-s-new-cabinet-in-chile